Sinemada her şeyin çok konuşmaya başladığı bir devirde biraz sükuneti tercih etmek gibi zorlu bir işe kalkışan ve bir insanlık durumunun çetrefelli alanında dolaşmaya çıkan bir film, Lal Gece. Yönetmeni Reis Çelik’in bir önceki filmi Mülteci de vizyondan çekilmeye varacak maceralı bir gösterim süreci yaşamıştı. Bir belgesel kıvamında olan Mülteci, yine başka ülkelere sığınmak zorunda kalan insanların zorlu hayatları gibi bir insanlık dramını perdeye yansıtıyordu. Çok kısıtlı bir kopyayla gösterime çıkabilen Lal Gece, bu filmde olduğu gibi yine belgeselin gözlemci yanını üstleniyor, bize bir yaşama çevresinin doğallığını adeta kameranın nötr algılama yetisiyle aktarıyor. Sinemaskopik bir duygu taşıyan ve son derece temiz teknik bir görüntülemeyle karşımıza çıkıyor film.
***
Anadolu’nun kırsal bir köşesinde, bir köyün koyun sürüleriyle, insanların gündelik halleriyle olduğu gibi yansıtılmasını tercih eden yönetmen, sinemada gerçekçiliğin olumlu sayılabilecek bir örneğini meydana getiriyor. Bu gerçekçiliği tercih edişi asla gerçekçiliğin kaba argo, küfür, sululuk, açıklık, şiddet gibi birebir sufli algılamalarının işlenişi anlamına gelmiyor, aksine toplumsal bir sorunun ele alınışı gibi üst bir düzlemi tasvir ediyor. İnsanların çocuk denecek yaşta evlendirilmesini (burada üstelik yaşlı biriyle) konu eden film, evlilik sürecini o gün ve gecesi olarak bir zaman diliminde ele alıyor ve ince ayrıntılarla bir nakış gibi işlemeye girişiyor. Gerçekçi bir yaklaşımı seçen film, amatör oyuncuların büyük başarısıyla belgesel tavrın natüralist yaklaşımını da hep yedeğine alarak ilerlemeyi tercih ediyor. Aslında aynı rahmetli Ahmet Uluçay gibi yerel gerçekliği olumlu bir gerçekçi tavır içinde ama belki manevi boyutu biraz daha kısıtlı bir çerçevede veriyor Reis Çelik.
***
Gelin adayıyla damadın hazırlanmasıyla başlayan film, önce gelinin düğün evine avdeti sonra damadın odaya girmesiyle devam eder. Ahşap görünümü, duvar halıları, duvarda asılı Mushaf, yerde boydan boya kilimler, genişçe bir somyayla otantik bir köy evi döşemesiyle karşılaşırız. Gelinin peçe altından yürüyüşünü sergileyen öznel kamera kullanımı bize kızın kaygılarını, tereddütlerini adeta yaşatır. Sonrasında somyaya oturuşu, kendini inceleyişi atmosferik duyguyu pekiştirir. Bundan sonrası oda tiyatrosunun bir versiyonu olan oda sinemasının bir aktarımıdır neredeyse. Gelinin bir kız çocuğu olarak belirmesi, filmin geriliminin en yüksek olduğu noktadır, sözkonusu gerilim filmin sonunda ne olduğunu anlamadığımız patlayan tabancayla doruk noktasına varacaktır. Damadın odaya ayakkabılarıyla girmesi, bu denli ince ayrıntılara dikkat eden yönetmenin herhalde bir bildiği vardır diyebileceğimiz bir durum olarak gözümüze çarpar. Bundan sonra namaz sahnesi de ilginç bir görüntü olarak gelişir ve gecenin kalanı ikilinin birbirini tanıma, erteleme, oyalama, masal anlatımlarıyla sürer. Damadın anlattığı Şahmeran efsanesinin sembolik göndermeleriyle film sarmalanır gider.
Sosyal gerçekçiliğin tırmandığı bir diğer bölüm, damadın mahpus damına düşmesine sebep olan cinayetlerinin aile büyüğü tarafından kendisine işlettirildiğini anlatmasıdır. Kendi olamayan, bireyselliğini geliştiremeyen bir figür olarak artık yaşını başını almış biri halinde karşımıza çıkan bu adam, toplumsal düzeneğin bir kurbanıdır kendine göre. Aslında bir imkansızın anlatımı olan Lal Gece, ki küçük kızın bir yavuklusu olduğunu da kimi görüntülerde anlarız, Anadolu’nun bir köşesinde yaşanan insanlık dramlarından biridir sadece. Beyoğlu’nda ayakta tutmaya çalıştığı Yeşilçam sineması salonuyla tek kişilik bir ordu gibi davranan Reis Çelik’ten yine gerçekçi ama varoluşsal ve metafizik düzlemli daha aşkın çalışmalar bekliyoruz.