Ortadoğu’da yaşanılanlar hepimize, devletin “laik” karakterinin önemini gösterdi!.. Birey, kendi yaşam tercihi doğrultusunda istediği rotayı seçebilir ama, devlet, laik olmak zorunda. Bugün bölgede yaşanılan kan gölünün temelinde, bölge Müslümanları’nın kendi tercihlerini “ötekine” kabul ettirme, direneni de öldürme stratejisi var. Sünni-Şii Savaşı dediğimiz olgu, devlet kurumsallaşmasının dini tercih yapmasından kaynaklanıyor...
Türkiye, 1.5 milyon insana kapılarını açtı... Bütün din, mezhep ve siyasi tercihten insanlar bunlar... Sünni, Şii, Ezidi, Hıristiyan, Kürt, Ermeni, Türkmen, Arap ayrımı yapmadan sürdürüyor ev sahipliğini... Neden hepsi yüzlerini Anadolu’ya dönüyor? Türkler’i “çok iyi insanlar” olarak mı tanıyorlar? Nereden bilsinler bizim iyiliğimizi, kötülüğümüzü, dikkat ettikleri bir tek nokta var, buradaki devlet laik ve herkese eşit mesafede durmak zorunda...
Yaşam bize açıkça gösterdi: “Laiklik” yoksa, iç savaş var!..
Hassas bir kavram... Dileyenin elinde “vesayet rejimi” hatta “diktatörlük” kurmak için gerekçe oluyor... Ama, onu, çoğulcu demokrasinin ana zemini yapmak da elimizde... Kavramın çevresinde önce kolayı gerçekleştirdik, şimdi zoru başarmanın sancılarını çekiyoruz... Vesayet rejimi altında dışlanmış muhafazakar kitlelerin, Kürtler’in, sosyalistlerin, gerçek liberallerin sisteme ortak olma süreci özgürleşme sürecinin ana dinamosu niteliğinde, günümüz tartışmaları bu “hayırlı değişimin” kaos izlenimlerini taşıyabilir... Ama, demokratikleşme zaten böyle bi’şey... Bir kesimin hak etmediği ayrıcalıklardan vaz geçmesi, diğer kesim(ler)in payını alma çabasından kaynaklanıyor, yaşayacak ve bir senteze varacağız...
Hukuk önemli...
Tariflere ihtiyacımız var... Gördüğüm, Türkiye’nin, laiklik konusunda katı Fransız seküler sisteminden esnek Anglo-Sakson anlayışa rotalandığıdır. Fransa ve İngiltere laik ülkelerdir, iki anlayış da Avrupa Birliği müktesebatı içinde yer alır, burada bir kaygı yok. Özellikle, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun, “Bu süreçte nepotizm (akraba ve yakın arkadaşları kayırma) olmayacak” sözleri, siyasi otoritenin “çamurdan olsa da benim adamım olsun” anlayışından uzak duracağının garantisi olarak görülmeli. Zaten aksi uygulamalar, zamanla, meşru siyasetin başına büyük iş açar, sonu, ağır seçim yenilgileri ile gelir...
Ama, adalet sistemi içinde yaşanılmakta olan çalkantı, Türkiye’nin devlet olma özelliğini sorgulatacak düzeye varmış durumda. Türk siyasetinin “laiklik” konusunda yüksek hassasiyet gösteren kesimlerinin adalet sisteminin normale kavuşması çabalarından uzak durmasını anlamak mümkün değil...
Bütün siyasi tartışmaların dışında çıplak gerçek, hükümetin, dini zeminde örgütlenmiş bir yapıya karşı mücadele ettiği, bu yapının adalet sistemine hakim olması halinde devletin “laik” karakterinin siyaset değil, hukuk sistemi cephesinden değiştirilme zorlamasının yaşanacağıdır.
Önce Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı gerçekleştirilen “kumpas” devamında meşru siyasete karşı girişilen “darbe” girişimi ne yazık ki, günlük siyasetin küçük taktikleri içinde yuvarlanan “laik” kesimi henüz uyandırabilmiş değil!..
Kobane ve tezkereler...
Türkiye’nin bir Kürt katliamına seyirci kalması tabii ki düşünülemez. Kaçanları bağrımıza bastık, gerekirse, kalanları da kurtarmak için risk de alırız. Bu coğrafyadaki tüm Kürtler, Türkmenler gibi, Türkiye Cumhuriyeti’nin akrabalarıdır, bizler için, 1974’te faşist EOKA çetelerinin Kıbrıs Türkleri’ne dönük tehditleri ile IŞİD’in Kürtler’e dönük saldırıları arasında da bir fark yok!..
Ama, oyun, açık oynanmıyor, Kandil kendi halkına yalan söylüyor. Çok iyi biliyorlar, Baas rejimi ile dirsek temasında Rojava’da uluşturdukları kanton sistemi, hesap etmedikleri bir saldırıyla karşılaştı. Orada, lejyoner bir ordu karşısında topraklarını canı pahasına korumaya çalışan Kürt gençlerine saygımız sonsuz ama, önce, doğrular üzerinden konuşmamız gerekiyor. Çıkıp söylesinler, IŞİD’i Erbil ve Kerkük’e kim saldırttıysa, Kobane’ye de o yönlendirdi. O güç, anti-emperyalistim diyen örgütlerini ABD hava kuvvetlerine mahkum etti.
Geçelim... Son söz “tezkereler” için...
Millet o tezkereleri vatana saldırının garanti belgeleri olarak görüyor, 2003’ten bu yana Irak ve Suriye’de kaos yaratmış güçlerin parmaklarıyla Mehmetçik’i işaret etmesinden de rahatsız...
Hep söylüyorum, bizim oralarda işimiz yok, gelsinler yaptıklarını düzeltsinler, biz yardım edelim...