Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, Ramazan ayının ilk cuma hutbesinde “İslam zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor. Lutiliği, eşcinselliği lanetliyor. Nedir bunun hikmeti. Hastalıkları beraberinde getirmesi ve nesli çürütmesidir bunun hikmeti.” dedi.
Herhalde aklına en son gelecek şeydi, Ankara Barosu tarafından "Sesi çağlar öncesinden gelen şahıs..." denilerek hedef gösterileceği.
İslam inancına mensup insanların zina ve eşcinsel ilişki hakkında başka türlü düşünmesini beklemek mümkün değil zira. Üstelik Erbaş bir Müslüman olmanın yanında İslam’a dair bir takım hizmetleri yerine getirmekle yükümlü bir kurumun başında. Eleştirilebilir yine de ancak, dini akideleri halka anlattığı için olmasa gerek.
“Bak görüyor musun camide namaz kılıyorlar” demek gibi bir şey bu çünkü.
Ankara Barosu, basın açıklamasında tam da bunu yapıyor. Görevi dinin vecibelerini, emir ve yasaklarını hatırlatmak olan bir kişiyi sırf bunu yaptığı için insanlığın bir kesimini aşağılamakla itham ediyor.
Sadece bu mu? Değil elbette. Üstüne üstlük "Sesi çağlar öncesinden gelen şahsın, bir devlet kurumunun başında oturup, söylemini kutsal sayılan değerler üzerine inşa ederek halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmesindeki kan kokan cüreti..." gibi Ali Erbaş nezdinde İslam dinini ve bu dinin gelmiş geçmiş bütün müntesiplerini hedef alan son derece tahakkümcü, faşist bir yaklaşım ortaya koyuyor.
Baroların sicili malum; İslam karşıtı bilinir, darbe şakşakçılıklarıyla tanınırlar. Sadece barolar değil, Türk Tabipler Odası da öyle. Hatırlayın, “Savaş bir halk sağlığı sorunudur” diyerek Afrin operasyonunu “savaş” olarak nitelendirmiş ve terör örgütünün propagandasını yapmıştı.
Kovid-19 salgınıyla mücadelede de mütemadiyen Türkiye aleyhine açıklamalarla bulundu, sağlık sistemi ve çalışanlarının başarısını gölgelemeye çalıştı.
Yani daha temelde meslek odalarının statüsü ile ilgili bir sorunumuz var bizim. Bunu değiştirmedikçe benzer açıklamaları hep işiteceğiz.
Bir darbe anayasasının mahsulü olan ve “rejimi korumak” üzere ideolojik aparat işlevi gören meslek odaları, zorunlu üyelik, bağış şartı ve kamu kurumu niteliğindeki yapıları değişmediği sürece 5. Kol faaliyeti yapmaya devam edecektir.
Ankara Barosu’nun vahim açıklaması buna vesile olabilir. 2012’de gündeme gelen fakat akabinde memleketin içine girdiği türbülans sebebiyle rafa kaldırılan meslek odalarının yapısını dair reform yeniden gündeme alınabilir.
Bütün olarak bir meslek grubu adına konuşan ama asla meslek mensuplarının tamamını temsil etmeyen bu tekelci oluşumlar ya tümden ortadan kaldırılmalı ya da üyeliğin isteğe bağlı olduğu dernek ve STK hüviyetine kavuşturulmalı.
İnsanlığı tehdit eder boyutlara gelen ve o nispette de meşruiyet elde etmeye çalışan eşcinsellik savunuculuğu bizim ülkemizde, bir de bunların üstüne, laikliğin teminatı sayılıyor handiyse. Eşcinselliği normalleştirmenin ve bir kimlik siyaseti haline getirmenin dahası din ve vicdan hürriyeti gibi temel bir hakkın diyeti olarak Müslümanlara dayatmanın tohumları 28 Şubat günlerinde atılmıştı aslında. Başörtülülerin haklarını savunan liberal sol cenahın demokratlık testiydi bu bize. Bugün artık ailenin ve nesebin korunması gibi en temel gereklilikleri tehlikeye atacak boyutlara ulaşmış durumda.
Papa’dan da olur aldıklarına göre öyle gözüküyor ki bu durumdan sadece Müslümanlar müşteki.