STAR’ın kıymetli yazarlarından Sibel Eraslan, memleketimizde süregiden tatsız kavgayı dindirmeye çalışan akl-ı selim sahiplerinden. “Cemaat ve AK Parti çatışmasında hakem kim olacak?” başlıklı son yazısı ise sadece uzlaştırma değil aynı zamanda bir ders çıkarma gayreti olması açısından kayda değerdi. Bilhassa şu kısmın altını dikkatle çizdim:
“Cemaat/AK Parti çatışması ‘laiklik’ hakkında daha ciddi düşünmeye davet ediyor bizi. Şimdiye kadar süren klasik laik/dindar çatışmasından farklı bir şeyle karşı karşıyayız. Dindarlarla/Dindarlar arasında gerçekleşen siyasi alan ve güç kavgası, yeni bir ‘hakem’ arayışına zorluyor.”
Söz konusu “hakem arayışı” beni de “laiklik hakkında daha ciddi düşünmeye” itiyor aslında bir zamandır. Kast ettiğim laiklik ise Fransa’dan ithal edip kendi otoriter devlet geleneğimize göre daha da ceberrut hale getirdiğimiz Kemalist laiklik değil kuşkusuz. Onun kötü bir model olduğunu, dini özgürlükleri ihlal ettiğini, muhafazakâr dindarları ikinci sınıf vatandaş haline soktuğunu çok iyi biliyoruz.
Kast ettiğim laiklik, Amerikan tipi laiklik...
Peki ne özelliği var bu laikliğin?
Problem, devlette
Bu soruya bazen kısaca şu cevap verilir: “Fransız laikliği, devleti dinden korumayı hedefler; Amerikan laikliği ise dini devletten korumayı...”
İşin daha uzun hikayesi şudur: Fransa’da laiklik, Katolik Kilisesi’nin otoritesine karşı gelişmiştir. Dolayısıyla dini genellikle bir “problem” olarak görmüş ve baskılamak istemiştir. Bu laikliğin savunucuları da dindar olmayan, hatta din-karşıtı kimselerdir çoğu kez.
Amerika’da ise apayrı bir hikaye vardır. Bu ülkenin kurucularının çoğu, inançları nedeniyle Avrupa’da baskı görüp oradan kaçan dindarlardır. ABD’yi inşa ederken de akıllarındaki en büyük soru, “nasıl yaparız da hiçbir dini grup ve mezhep baskı görmez” sorusudur. Çözümü, “devlet tarafsız olsun” demekte bulurlar. Böylece, dini, hem devlet tarafından ezilmekten hem de onun gücüyle zehirlenmekten korumuş olurlar.
Bu laiklik anlayışında, problem din değildir. Problem, devlet gücüdür. Çözüm de devleti olabildiğince nötr ve sınırlı kılmaktır.
Peki bu tecrübeden bir hisse çıkar mı bize?
Devlet ve renkler
Önce şunu söyleyeyim: Ben, Batı’da gelişmiş bir sistemi sırf Batı’da gelişmiş diye savunmam. Nazizm gibi insanlığın en korkunç tecrübeleri de Batı’dan çıkmıştır, ne de olsa...
Ancak siyaset gibi “akli” bir meselede insanlığın ortak tecrübesinden istifade etmek gerektiğine inanırım. İster Batı’dan olsun, ister Çin’den, ister Maçin’den...
Bu açıdan, Amerikan tipi laikliğin, yine Batı’dan ithal ettiğimiz mevcut “modern devlet” sistemi içinde, bize biraz ışık tutabileceğine inanıyorum.
Çünkü biz de, bir taraftan dindarların özgürlüğünü korumak, diğer taraftan dindar olmayanların hayatlarına karışmamak ihtiyacı çekiyoruz. (Çünkü, aksi halde, lüzumsuz gerilimler ve kavgalar üretiyoruz.)
Öte yandan da, dindarlar arasındaki farklı ekollerin devlet üzerindeki iddialarının çatışmasıyla yüzleşiyoruz.
Görmemiz gerekiyor ki, devlete kendi rengini vermeye çalışan her ekol, sadece diğer renkleri korkutmakla, kızdırmakla kalmıyor. Aynı zamanda modern devletin müthiş gücüne sahip olmanın zararlarını görmeye başlıyor. Zaten aşırı derecede kuşkucu ve kavgacı olan siyasi kültürümüz de devreye girince, ortalık komplo teorilerinin derinleştirdiği savaşlardan geçilmiyor.
Çözüm, benzeri tecrübelerden çıkan derslerle olgunlaşan özgürlükçü demokrasiyi benimsemektir. Bunun bir parçası olan laiklik ise, siyasi anlaşmazlıkların dini ihtilaf haline gelip keskinleşmesine (yani “fitne”ye dönüşmesine) karşı iyi bir tedbirdir.