Laik ama laikçi değil. Karşısındakine köle muamelesi çeken bir laikçi kişilik de yok. Daha çok sosyal demokratlığı andıran bir tutum ve bilinç içinde. Yukarıdan bakmıyor, Batı'ya hayran değil, kendisi ve mahallesi üzerine eleştirilerde bulunuyor, kendisini mutlaklaştırmıyor. Adeta laik mahallede yaşayan bir seküler Yunus Emre! Mütevazı, öfkesiz, kibirsiz ve toplumuyla barışık. Aslında herkesle barışık. Bu ruhtan da barış çağrısı yükseliyor.
Türkiye'deki siyasi ve toplumsal gidişatın da farkında dünyanın da. Avrupa'ya gençliğinde duyduğu özlem tarafının, Avrupalılar tarafından bile terk edildiğinin farkında. Aslında hayranlık ve düşmanlık karşıtlığıyla bakmanın üstüne çıkan bir müzisyen. Korku ve endişeleri de Türkiye ile ilgili. Toplumda ve siyasette yaşanan sol-laikçi ve muhafazakârlar arasındaki kutuplaşmadan endişe duyuyor. Aslında bundan insan olarak rahatsız. Bu ilişkiyi siyasi taraftarlığa ve ideolojik konumlandırmaya çevirmeden eleştiriyor.
Barış diyor, uzlaşma diyor, ülkemiz diyor. Endişe duyduğu durumdan çıkmak için ne Amerikan rüyası öneriyor ne de Avrupa rüyası. Kendi toplumuna eğiliyor. Milli bir duruşu var. Bütün toplum kesimlerinden dinleyicileri var. Bu ilişkinin toplumsal uzlaşma için fırsat olabileceğini düşünüyor. Son albümünde Necip Fazıl'ın "Kendi Vatanında Parya" bestesi var. Sakarya Türküsü'nden esinlenmiş.
Necip Fazıl'a hayran da değil, karşıt da. Siyasi görüşlerine karşı mesafe içinde. Fakat Kısakürek'in mazlumlara dokunan şiiriyetine meftun. "Sağın ideoloğu. Fakat kalbime dokunan tarafı var, "kendi vatanımda paryasın" ifadesi... Benim de gençliğimde böyle hissettiğim durumlar oldu". Kendi vatanımızda parya olmadık mı hepimiz? Her darbe akabinde daha çok parya olduk. Bazen Alevi parya oldu, bazen Kürt, bazen İslamcı, bazen solcu... Sırayla parya durumuna düştük. Sanki herkes sırasını bekliyor parya(köle) ya da Brahman(efendi) olmak için. Bir "dolap beygirliği"! Bir kısır döngü. İçinde dönüp dolaşıyoruz. Bazılarımız bazen çıkıyor bunun dışına. Hepimiz sırasını bekliyor. Parya sırasında olanlar, "göreceksiniz yakında Brahman(efendi) sırası bize gelecek" diyerek diş biliyor. Brahman olan ise geçmişte yaşadığı paryalığı hissederek efendilik yapmanın haklılık duygusuyla yaşıyor. Kalbini mazluma kapatıyor.
Teoman, müzikle bu kısır döngüye son vermek istiyor. En azından bir müzisyen olarak yapabileceğini yapmak istiyor. Çünkü bir müzisyen, kendisini en iyi yine müziği ile anlatır. Hepimize sesleniyor. Kendi Vatanında Parya! Yunus Emre gibi "yetmiş iki milleti kucaklayarak"" yapıyor bunu. Laik mahalleden, laik mahalleye mesafeli olan büyük bir şairin dizeleriyle öne çıkarak bu adımı atıyor. Bir anda hepimiz şaşakalıyoruz, afallaşıyoruz. Onu bir yere yerleştiremiyoruz. Laik ama Necip Fazıl dizelerini terennüm ediyor. Kampların ve siperlerin dışına çıkarak millete bütünsel bakıyor: "Sizi anlıyorum, mazlum olmuşsunuz hepiniz ama kan davalı olmayalım artık. Uzlaşalım, millet olalım... Önemli biri görmüyorum kendimi, aklım ancak kendime yetiyor. Entelektüel değilim". Mütevazı, kendini efendi olarak üretmeyen, paryadan kurtulmak için efendilik inşasına ve sırasına ihtiyaç duymayan bir bilinç. Özgürlüğün ve eşitliğin sanat dili. Müziğin evrensel dilinden gelen bir ses. Zaten müzik de toplumları derinden etkileyecek bir "duygu fırtınası". Bilinci dönüşüme uğratacak en etkili ses. Müzisyen de milletin mutabakatına ve barışına bu sesle sesleniyor.
Necip Fazıl Kısakürek, zamanının paryalarını yazdı. Hep mazlumları savunan şair ruhuyla bu defa bambaşka bir bilinçle bize dokunuyor. Bir müzisyen üzerinden ve laik mahalleden... Şairlerin her zaman bütün millete dokunan tarafı var. Müzisyenlerin de insanı etkileyen evrensel dili. Necip Fazıl ve Teoman'ın mazlumlar için beraber olması, bu milletin ruh güzelliği!