İpekyolu’nda gastronomik bir geziye hazır mısınız? Cevabınız ‘Evet’ ise sizi uzağa değil, İstinye’ye götüreceğiz. Mezopotamya’dan Hindistan’a, Moğalistan’dan Uzakdoğu’ya bir yemek turu vadeden Go Meso’nun lahmacununu mangolu salatayla yemeyi ihmal etmeyin.
Birkaç hafta önce lahmacuna yeni düzenlemeler gelmiş ve bununla ilgili bir yazı yazmıştım. Damak tadına güvendiğim, gustosu yüksek kişilere de küçük bir anket yapıp “En iyi lahmacun nerede yenir?” diye sormuştum. O yanıtlar arasında Go Meso da vardı. Şaşırdığımı itiraf etmeliyim. Aslında eski adı Go Mongo olan mekanı iyi biliyordum. Hafızamda Moğol barbeküsünü getiren mekan olarak kalmıştı. Ne olmuştu da ismi değişmişti? Nasıl olmuştu da esnaf lokantalarında lezzeti saklı lahmacunun en iyisini yapabiliyorlardı?
Mekanda her şey incelikle seçilmiş. Tabaklar, oturma grupları, servis elemanları. Naan gibi Hint ekmeğini de bulabiliyorsunuz, yakitori gibi Uzakdoğu yemeklerini de... Mönüde 40’a yakın yemek var. Fiyatlar 36-42 TL aralığında. Noodle veya mantıyı ana yemek sayarsanız onların fiyatları da 24-34 TL arası. Aklım lahmacunda olduğundan ilk onu sipariş verdim, fiyatı 19 TL. Tabakta albenisiyle önüme gelen lahmacunu yanındaki mangolu salataya sararak yememi önerdiklerinde de burun kıvırarak denedim çünkü mango sevmem. Hatta içimden lahmacun ve mango ne alaka dedim? Ama sonuç gerçekten iyiydi. Lahmacun zaten başlı başına lezzetliydi. Kıyması kıyma, harcı harç. Ardından gelen yaki (kuzu şiş), kıymalı Çin mantısı, tikka (bir çeşit tandır)... Hiçbiri beni hayal kırıklığına uğratmadı.
Noodle yapımını izleyin
Go Meso, Mezopotamya anlamına geliyormuş. zaten mutfakta da biri Çinli, biri Hintli ve şef Ersoy Çiftçi’yle birlikte 22 kişi çalışıyor. Lezzetlerin bu kadar üstün olması şeflerden ve özellikle de pişirme tekniklerinden kaynaklanıyor. Wok, tandır, taş fırın, buhar ve yakitori (Japon ızgarası) olmak üzere altı farklı pişirme tekniği gördüm. Açık mutfakta tümünü izleyebilirsiniz. Özellikle noodle yapımını izlemek büyüleyici.
SEN DE Mİ BRÜTÜS?
Geçenlerde öğle yemeği molasında soluğu Ramazan Bingöl Et lokantasında aldım. Çok büyük bir yermiş, ürün de masa da yemek de çok! Ramazan Bingöl, kendi ismini lokanta zincirine verecek kadar cüretkar aynı zamanda da çalışkan ve azimli bir işadamı. Lokantadaki her malzeme memleketi Urfa’dan geliyor ve büyük bir titizlikle işleniyor. Biraz mezelerden, biraz da yemek çeşitlerinden tattım. Damağımda fıstıklı kebabın lezzetli tadı, aklımdaysa çıkışta gözüme takılan trileçe tatlısı kaldı. Çıkışa kadar bana eşlik eden Ramazan Bey’e dönüp “Sen de mi Brütüs?” dedim gayri ihtiyari bir şekilde. Baharatları, mezeleri ve yemekleriyle buram buram Urfa kokan lokanta beni bir Balkan tatlısıyla uğurladı. Ben tatlı yiyemiyorum ama siz trileçe tutkunlarındansanız müthiş görünüyor, aklınızda olsun.
HAFTANIN EN TALİHSİZ POSTU
Şef Maksut Aşkar’ın sanatını takdir ederim, yemeklerini severim. Geçen hafta Instagram’ı açtığımda Aşkar’ın post’u pencereme düştü. Bir adisyon yayınlamıştı Aşkar. Altına da küçük bir not yazmıştı: “Bir cumartesi gecesi sadece iki mantı yemek için Neolokal’e gelmeseydiniz keşke...” Bir anda yorumlar başladı, sağanak gibi müthiş bir eleştiri yağdı. Hemen post silindi ve ilk hatayı başka bir hata izlemiş oldu. Ardından hemen bir yazı geldi: “Anlatamadığımı sanıyorum, af dilerim...” Bitmedi yorumlar, aynı hız devam! Özür gibi özür istendi. Baktı ki olmuyor bu post’u da sildi.
Günler geçti ama bu üç hatayı unutmadı takipçileri. Benim yorumum önemli değil, sadece tanık oldum. Son tahlilde takipçileriyle arasında kendini yanlış ifadeyle başlayan şiddetli bir geçimsizlik yaşandı. Önerim yazdığınızı yayınlamadan önce 2-3 kere düşünün ve daha da önemlisi yayınlarınızın arkasında durun, sildiğiniz anda fena oluyor. Diğer taraftan merakım şu: Toplum olarak neden iyi olan şeylere böyle hızlı ve güçlü tepkimiz olmuyor? Yani şefin efsane ötesi pancarlı kuskusu bu kadar hızlı geri dönüş almış mıydı mesela?