Evet, bence de öyle, gevelemeyelim!
Sûriye dağılacak!
Temennîlerimizi, daha doğrusu temennî bile olamayıp da nezâket gereği söylenmesi daha uygun düşecek sözleri bırakarak mukadder olan gerçekleşdikden sonra neler cereyân edebileceğine bir gözatalım!
Hayhay, atalım!
Son ayların gazete koleksiyonlarını incelersek Sûriye’de patlak veren olayların târihî arkaplanını ilk olarak ele alan yazıların bu sütunda yayınlandığını görürüz. Daha önce Irak’da başlayan gelişmelerle birleştirilince bunu başka türlü değerlendirmenin zâten imkânsız olduğu ortaya çıkar. 1918’den sonra İngiltere ve biraz da Fransa’nın, Mister Sykes ve Monsieur Picot adlı iki hâriciye memuru vâsıtasıyla tasarladıkları, daha doğrusu uzunca süredir tasarlanmış planları kâğıda geçirdikleri bir yapıdır bu! Önasya’da; etnik, kültürel, târihî ve coğrâfî özellikler dikkate alınmaksızın nüfuz alanları cedvelle çizilip ortalık yamalı bohçaya çevrilecek, bu arada bölgenin yegâne birleştirici gücü, tâbir câiz ise çimentosu olan Türkiye, kolları ve bacakları kesilip ağzı (Boğazlar!) tıkaçlandıkdan sonra “bitkisel” hayât”a terk edilecek ve böylece boş kalan meydanda “İngiliz Atı”yla “Fransız Horozu” eşinip kanat çırparak mutlu bir “Binbir Gece Masalı” yaşayacaklar, Kevser Şarabı niyetine de petrol zıkkımlanacaklar!
Tek bir cümlede bu kadar metafor fazla kaçdı ama bu konuyu ne zaman ele alsam öfkelenip burnumdan solumaya başlıyorum, kusûra bakılmasın lütfen!
(Beş dakıyka ara!)
Müsekkinlerimi alıp tansiyon ve kalb atışlarımı normal seviyeye indirdim, devâm edebiliriz!
Bu yapı 1923’de iyi niyetle, yâni dürüstçe kurulsaydı o vakit şimdiki Kuzey Irak ve Kuzey Sûriye ile Batı Trakya, Selânik ve Oniki Adalar (Dedakones), ayrıca güneybatı Bulgaristan ile Batum’un Türkiye sınırları içinde kalması; geri kalan Irak ve Sûriye bölgeleriyle Ürdün ve Lübnan’ın, ayrıca Körfez Emirliklerinin birer devlet hâlinde vücud bulması ve ancak Yemen’le Suûdî Arabistan’ın aşağı yukarı şimdiki halleriyle muhâfaza edilmeleri gerekirdi.
Kaldı ki o takdirde Balkanlar’daki diğer bütün sınırlar da farklı olurdu, ama o bahs-i dîger.
Tekmil bu anormallikler aradan geçen 89 sene boyunca yenilip yutulmuş, sîneye çekilmiş, diş gıcırtıları tedrîcen azalıp nihâyet duyulmaz olmuş ve tam o sırada birileri kalkıp bütün bu ihtirasların, hayallerin, ideallerin ve hicranların sun’î uykuya yatırıldığı Gayyâ Kuyusu’na pimi çekilmiş iki el bombası bırakıveriyor, şöyle usul usul yuvarlayarak...
O birileri Potamac Nehri kıyısında bakarken Önasya’yı neş’eli bir oyun sâhası olarak görebilirler. Fakat eğer “stratejik dostları” (sevsinler!) Türkiye şöyle dursun, “Amcazâdeleri” İngiltere’ye zahmet edip bir sorsalardı bu oyuna başlamadan evvel oturup iki kere, üç kere derin tefekküre dalarlardı muhtemelen!
İmparatorluklar farkına vardıkları hatâlar yüzünden değil, varamadıkları yüzünden batarlar! Farkına vardıklarını düzeltirler zâten!
Ama Amerikalı aziz dostlarımıza akıl vermek tabii ki bizim haddimize düşmez!
Biz eninde sonunda ikinci sınıf bir Şark süprüntüsüyüz...
Bizim haddimize düşen şimdi oturup, bir süre sonra yuvaya dönerek âile sofrasındaki yerlerini alacak olan iki “gurbetçi” kardeşimizin yemek servislerini dolapdan indirip masaya koymak.
Lafı gevelemeyelim!