“Düşmanlarımızın sayısını azaltalım, dostlarımızın sayısını çoğaltalım.”
Sihirli bir deyime dönüştü bu laf…
Her önüne gelen söylemeye başladı…
Bunu dediniz mi, artık akan sular duruyor…
Sahi, kim istemez dostlukların artmasını, daha fazla sayıda dosta sahip olmayı?
Kim istemez düşmanların sayısının azalmasını, düşmanlıkların bitmesini?
Hatta kim istemez hiç düşmansız kalmayı?
Laf ola beri gele işte…
***
Kime dost diyeceğiz?
Hiç mi düşmanımız olmayacak bizim?
Veya hiç mi bize düşmanlık edecek birileri olmayacak?
Hadi bakalım, Arakan Müslümanlarına soykırım uygulayan rejimin sahipleriyle dost olun da görelim!
Sahi nasıl dost olacaksınız?
Veya Esed diktatörüyle…
Ve/ya da Sisi alçağıyla ve zalimiyle…
Dostlarımızın sayısını çoğaltalım, eyvallah…
Peki nasıl yapacağız bunu?
Düşmanlarımızın sayısını azaltalım, eyvallah.
Peki nasıl gerçekleştireceğiz bunu?
Her şey bizim elimizde mi?
Bir bayram günü, dostluk ve kardeşlik üzerine beylik laflar etmek varken, yazdığım şeylere bakın hele!
Kusura bakmayın ama pek bayram havasında değilim.
Arakan’da kardeşlerimiz gözlerimizin önünde vahşice katledilirken, namusları elden giderken oturup hiçbir şey yokmuş gibi bayram tadında yazılar yazamam.
Hele içi boş laflarla lakırdı edecek halde hiç değilim.
Nerede duracağımızı biliriz biz.
Dostlarımızı da biliriz, bize düşmanlık eden alçakları da…
Bize sahiden düşman olduğu halde dost postuna bürünmeyi çıkarlarının gereği mubah addeden alçakları da…
Birileri bizden her şeyi unutmamızı ve geçmişin üstüne sünger çekmemizi istiyor.
Hatta yeni ve beyaz bir sayfa açmak için FETÖ’cülerle barışmamızı salık verenler de çıkacaktır yakında.
Hadi barışalım…
Kol kola girelim…
Geçmişi geçmişte bırakalım…
Kardeş olalım…
Dostlarımızı çoğaltalım, düşmanlarımızı azaltalım!
Ha bir şeyi daha yapalım:
İçimizde “düşmanlarımızın sayısını azaltmayı ve dostlarımızın sayısını çoğaltmayı istemeyenlerin” de kökünü kazıyalım…
Onları çevremizden/yanımızdan kovalım…
Onların yerine düne kadar bize hayasızca ve alçakça düşmanlık edenleri kolumuza takıp gezelim…
Birilerinin bizden istediği şey bu…
Yapalım elbet…
Bu da bir tercihtir…
Lakin bilinmelidir ki bazılarından asla dost çıkmaz.
Dost gibi görünürler güçlü olduğunuz için.
Çıkarlarını muhafaza etmek için nedamet gösterisinde bulunurlar.
Lakin güçten düştüğünüz gün tepenize binerler.
Asıl o zaman siz nedamet gösterirsiniz, ama iş işten geçmiş olur…
Düşmanlarınıza karşı aslanlar gibi vuruşan gerçek dostlarınız gene yanınızda durur, lakin iş işten geçtiği için sadre şifa olmaz…
Lafımın yanlış anlaşılmasını istemem asla…
Düşmanlıklardan yana değilim.
Dostlukları her zaman için yeğlerim.
Lakin zalimlerden dost edinmeyi ve zalimlere meyletmeyi büyük günah addederim.
Varsın onlar düşmanlarım olsunlar!
***
Dostluklardan yanayım.
Çıkarsız ve ilkeli…
Varsın çıkarları için yanaşanlar yüz bulamadıkları için karşımıza dikilsinler.
Vız gelir tırıs gider…
Biz ilkelerimiz adına varız…
Kişisel eksikliklerimiz ve günahlarımız bizimle Allah arasındadır…
Amma velakin milleti ve ümmeti ilgilendiren konularda yanlış dost anlayışına kapılırsak her iki cihanda da kaybedenlerden oluruz…
Suçun şahsiliği ilkesi
Suçun veya cezanın şahsiliği ilkesi hukukla ilgilidir.
Hiç kimse başkasının işlediği bir suçtan ötürü suçlu addedilemez.
Bu “başkası”, en yakınındaki kişi olsa bile.
Lakin hukuka ait bir husus ile siyasetin kendi gerçekliği birbirinden farklıdır.
Siyasette algı, bazen gerçeğin önüne geçer.
Siyasetin hukuku farklıdır.
Siyasetteki işlemler, bildiğimiz hukukun kriterlerine göre değerlendirilmez.
Siyasetin bir de ahlakı vardır.
İnsanların vicdanını rahatsız eden veya yaralayan işlemler hukuk kaideleri hatırlatılarak yorumlanırsa duygusal kopuşlar yaşanabilir.
Davasını her şeyin üstünde tutan bir siyasetçi asla kendi şahsi itibarı üzerinden bir gelecek tasarlamaz.
Hem ilkelerinden taviz vermez, hem de siyasetin kendi içinde işleyen o hassas hukukunu ve ahlakını gözeterek adım atar.
Unutmayalım; siyasetin ömrünü uzatan da, kısaltan da seçmenlerdir.
O yüzden seçmenlerin beğenisi ve tepkisi nirengi öneme sahiptir.