“Asıl olan dahili cephedir. Bu cephe bütün memleketin, bütün milletin vücuda getirdiği cephedir. Görünürdeki cephe, doğrudan doğruya ordunun düşman karşısındaki silahlı cephesidir. Bu cephe sarsılabilir, değişebilir, mağlup olabilir. Fakat bu hal, hiçbir vakit bir memleketi, bir milleti mahvedemez. Mühim olan, memleketi temelinden yıkan, milleti esir ettiren dahili cephenin düşmesidir. Bu hakikate bizden ziyade vakıf olan düşmanlar, bu cephemizi yıkmak için asırlarca çalışmışlar ve çalışmaktadırlar. Bugüne kadar muvaffak da olmuşlardır. Hakikaten ‘kaleyi içinden almak’ dışından zorlamaktan çok kolaydır.”¹
Mustafa Kemal’in bu sözleri, milletin anti-emperyalist mücadelede sahip olacağı en önemli zeminin, aradaki siyasi düşünce farklarını bir kenara bırakıp, ortak cephede buluşması olduğunun altını çizer.
Amerikan emperyalizminin, Washington’da çöreklenmiş Siyonist lobinin plan ve hedefleri doğrultusunda Türkiye’nin varlığını tehdit etmesi karşısında izleyeceğin rota, Gazi’nin bu sözlerinde yatıyor.
Yani…
FETÖ’yü emperyalizmin Türk devletinin içine yerleştirilmiş Truva Atı olarak değerlendirecek, 15 Temmuz emperyalist saldırısını “tiyatro” olarak görmeyeceksin.
PKK’yı emperyalizmin bu topraklara dönük namlusu olarak kabul edecek, yakınından geçmiş adamla değil ittifakı, el sıkışmayı bile iki kez düşüneceksin…
Eğer “ben Atatürk’ün izinden yürüyorum” diyorsan, günlük siyasetin üstünde anti-emperyalist cephede farklı düşünceden insanlar ile omuz omuza yerini alacaksın.
Recep Tayyip Erdoğan, mazlum coğrafyaya yüzünü döndü diye, Amerikan emperyalizminin açık saldırısıyla boğuşan Venezuela’ya “tek adam rejiminin tipik örneği” deyip emperyalist işbirlikçiliğine sıvanmayacaksın…
Emperyalistin S-400’ler üzerinden süren tehditlerine bir çift lafın olacak…
Doğu Akdeniz’deki kuşatmayı görmezden gelmeyeceksin…
Mustafa Kemal’in Suriye karargahı Afrin’e harekatı önce sen önereceksin, Fırat’ın doğusu, Münbiç, senin meselen olacak,iktidardakiler seni yumuşatmaya çalışacaklar!..
Eğer Gazi’nin ayak izlerini takip ediyorsan, Amerika’dan gelen ekonomik-siyasal baskılardan medet ummayacaksın, Avrupa’ya iki de bir ülkeni şikayet etmeyeceksin, siyonistin kelimeleriyle iç politika yapmayacaksın…
Ruhlarını kaybeden toplumlar, her şeylerini kaybederler…
Bir toplum, emperyalizmin açık saldırıları karşısında, siyaseti, bir kişiye dönük nefret kampanyası olarak görürse, vahimdir.
Gazi’nin en büyük dramı
O dramı, Attila İlhan dile getirmişti: "Mustafa Kemal'in en büyük talihsizliği, onu savunmaya kalkışanların yanlış adamlar olmasıdır."
12 Temmuz 1946’da imzalanmış Türk-Amerikan İkili Askeri İşbirliği Anlaşması’ndan bu yana yaşanılan bir gerçek bu.
40’lı yıllarda anti-emperyalist kimliği unutturulan, NATO’ya girdikten sonra da “emperyalist işbirlikçiliğinin” –sözde- ideolojisine dönüştürülen büyük talihsizliğin adıdır Mustafa Kemal…
2009 Davos’tan bu yana, onun Türk tarihi içindeki kalıcı meşruiyetini, iç politikada kullanan, anti-emperyalist cepheyi görmezden gelenlerin üzerinde durmadıkları tek ama Mustafa Kemal’i belirleyen en önemli nokta, onun bağımsızlıkçı karakteri, anti-emperyalist duruşudur.
“En büyük düşman, düşmanların düşmanı, ne falan ne de filan milletler. Bilakis bu, adeta her tarafı kaplamış ve saltanat halinde bütün dünyaya hakim olan kapitalizm afeti ve onun çocuğu olan emperyalizmdir.”² diyen büyük önderin takipçisi olduğunu savunanları geniş anti-emperyalist cepheye ikna edemiyoruz.
Boşuna uğraşma Soner Yalçın, o kuvvayı milliye cephesine asla gelmeyecekler, çünkü gerçek anlamda Atatürk’ün insanları değiller, hazindir.
(1)Atatürk’ün Bütün Eserleri, cilt 20, Kaynak Yayınları sayfa 168
(2) M. Kemal Atatürk, Hakimiyet-i Milliye, 20 Temmuz 1920