Kütüphaneler, bir şehrin derinliği hakkında haber veren şamandıralara benzerler. Şehirlerin bilgi hazinesi olarak kütüphaneler, hem vesikaları saklama açısında kültürel miras, hem de yeni bilgilerin üretilme laboratuvarı olarak geleceğin aynası olma görevlerini üstlenirler.
Hafta sonu kütüphanelerle ilgili iki kitap geçti elime, yollayanlara müteşekkirim. İlki bizim de gençliğimizin geçtiği İstanbul Beyazıt'taki devlet kütüphanesinin dillere destan müdürlerinden, İsmail Saib Sencer hakkında, Taner Ay beyefendi tarafından yazılmış, edebi zevki yüksek bir kitap: ''Sufiler Arasında Bir Âlim, Ulema Arasında Bir Sufi'... Ayaklı Kütüphane veya Hafız-ı Kütüb lakaplarıyla da anılan, bizim Medeni Hukuk hocamız Prof. İsmet Sungurbey tarafından ise 'Kutb-u Kütüp' diye adlandırılan, 'Kediciklerin Dedesi' diye yâd edilen, efsanevi hafızasıyla, yerli yabancı tüm araştırmacıların bal kovanı gibi istifade ettiği bir ummandır İsmail Saib bey... Kütüphanesi ve kedileriyle, kitapların içinde kurduğu kendine has dünyasında tam 46 yıl kütüphanecilik hizmetini hayat tarzı halinde görmüş bir kişi...
Şöyle yazıyor hakkında: Fatih dersiâmı Arapkirli Abbas Şükrü Efendi ile Süleymaniye dersiamı Ferhad Efendi'den dini ilimlerde icazetname aldı. Tıbb-ı atik, müfredat-ı tıb, teşrih ve biyoloji gibi ilimlerle de meşgul oldu. Ayrıca eczacılık ve hukuk mekteplerinde bazı derslere dinleyici olarak katıldı. Maarif Nezareti'nin açmış olduğu imtihanı kazanarak Beyazıt Umumi Kütüphanesi'nde ikinci hafız-ı kütüblüğe tayin edildi (1897). Kırk yılı aşkın bir süre çalıştığı Beyazıt Umumi Kütüphanesi'nden 1939 yılı sonlarında emekli olunca İslam Ansiklopedisi ilmi müşavirliğinde bulundu. Yaşlanmıştı, kendisine Laleli'de Ragıb Paşa Kütüphanesi'nin girişindeki ilkokulun bir odası ikametgâh olarak verildi. Hayatı kitapların ve sahifelerin arasında geçti.
Bizim Beyazıt Devlet Kütüphanesi ilk kurulduğunda ismi Kütüphane-i Umumi-i Osmani imiş. 1882 yılında 2.Abdühamit Han tarafından kurulmuş, değerli kitapların sahipsiz ve atıl kalmasını önlemek adına kitaplar, kütüphanede toplanmaya başlamış, Rumeli'den göç dalgasıyla, oralardaki kütüphanelerin boşalıp İstanbul'a intikal edişi de böylesi genel bir kütüphaneyi gerekli kılıyormuş o devirde. Saib Efendi, kütüphanedeki tüm kitapları tek tek bilirmiş, bahisleri sayfalarıyla söyleyebilecek kadar hâkim bir hafızaya sahipmiş...
Bu ilimler deryasının niçin hiç eser vermediği halen cevaplanamamış sorulardandır. İsmail Hami Danışmend'in bu minvaldeki sorusuna verdiği nefis cevap: ''Benim sahamda benden evvelkiler her şeyden bahsedip bana mevzu bırakmamışlar, benden sonrakiler de nasıl olsa onları tekrar edecekler. Benim gibi arada olanlaraysa, sükût etmek düşer'... Sükût, sırra kadem basmış bir kelime şimdilerde...
Taner Ay; bir kültür emekçisi olarak kütüphaneci İsmail Saib Efendi'nin portresini ortaya koyarken, onun yaşadığı kültürel kozayı da hayli renkli anekdotlarla aktarmış. Beyazıt Meydanı, Sahaflar Çarşısı, Çınaraltı, Edebiyat Fakültesi, kediler, güvercinler, çınarlar, kestane ağaçları, ayrancılar, lokantacılar, ciğerciler, sucular, kahvehaneler, peşinden koşulan nadir eserler, rengârenk portreleriyle bu şehri aydınlatan kimseler derken... Son zamanlarda ''duyguların tarihi' adı verilen tarzda kalem alınmış, edebi zevki kadar malumat verişiyle de ciddiyet kesbeden bir eser çıkmış ortaya. Zeytinburnu Belediyesi, kültürel çalışmalarıyla İstanbul'umuza değer katıyor, bu kitaplarını okurken, fakülteli günlerimize gittim içimden, Çınaraltı'nda özellikle hafta sonları eski kitap tepeleri yığılırdı, 80'lerin sonlarında bile geçen yüzyıla ait kitapları rahatlıkla bulabilirdiniz. Böyle bir define tepesinden bulup aldığım Mecellem hala kütüphanemin en nazenin kitaplarındandır...
Kütüphanem deyince, diğer tanıtacağım kitabın gerilimli sorusuyla gireyim söze: Sizce, bir okur veya yazar, sağlığındayken kütüphanesini ve kitaplarını dağıtmalı mıdır? Bence Hayır! Üstad Hüseyin Su beyefendinin Eskişehir'deki Anadolu Üniversitesine bağışladığı kütüphanesindeki kitapları tek tek inceleyerek, sayfalara alınmış notlardan yepyeni bir okuma atlası çıkartan Emine Batar'ı, bu yüzden bir ruh dedektifi gibi yüksek gerilimle okudum. Sabrını ne kadar tebrik etsek azdır. Hüseyin Su'nun ruhuna doğru bir yolculuk yapmış Emine, sanki bir edebiyat Hacısı gibi, onun sözleri arasında tavaf etmiş durmuş. Sonunda ''Duvar Örmek; Hüseyin Su Kütüphanesi' adlı emek-yoğun eser çıkmış ortaya. Eser; usta-çırak, seven-sevilen, üstad-talib ilişkisinin modern zamanlardaki bir izdüşümü gibi, şimdiye kadar okumaya alışık olmadığımız bir disiplinde kaleme alınmış. Emine Batar, benim öykü yıldızlarımdandır. Bu sükûnetli ve kalabalıklar içinden hep kaçınan bilgeyi ancak onun sımsıcak ve kalbi atan edebiyatı taşıyabilirdi bize...
Yeni bir şehre gittiğimde, ilkin o şehrin kütüphanesini görmek isterim. Çünkü şehir kütüphanesi, o şehir ve insanları hakkında yeterince bilgiyi, ipuçlarını, imgeleri verecektir bana... New York'ta, İstanbul'da, Pekin'de, Kahire'de, çok kalabalık ve feci gürültülü şehirlerde, o galeyanın giremediği tek yerdir kütüphaneler, şehrin ele geçiremediği sükûnet kaleleri gibi, katmanlar arasından medeniyet gömleğini örer dururlar. Ve o gömlek, asla tamamlanamaz. Kütüphaneler dağıtmak için değil, toplamak içindir çünkü...