Jean Paul’un ardından papa seçilen II. Jean Paul, kilise içinde oluşmuş bir gizli yapılanmayı kutsamak zorunda kaldı. Bu yapılanmanın adı Opus Dei Werk Gottes yani Tanrı’nın Eseriydi. Vatikan’ın önde gelen kişilerinden Jose Maria Escriva de Balaguer’in 1928 yılında, henüz 28 yaşındayken kurduğu Opus Dei adını taşıyan bu gizli örgütün 80 bin üyesi olduğu var sayılıyordu! Örgüt Balaguer’in yazdığı, müritlerine 999 öğütü içeren El Camino (Yol) adlı bir kitap yayınlamıştı.
Papa II. Jean Paul’a çok yakın olduğu sayılan örgütün üyeleri arasında 2 bin din adamı da vardı. Diğer üyelerse bulundukları ülkelerin önde gelen iş adamları, bankacıları, yazarları, üst düzey yöneticileri, akademisyenleri, gazetecileri ve bilim adamlarıydı. Amaçları siyasal, ekonomik ve bilimsel alanlarda doruğa ulaşmak ve ülkeleri birbirine bağlayan gizli bir zincir oluşturmaktı.
Vatikan’da büyük söz sahibi olan Opus Dei, Katolik dünyasının para kaynaklarını elinde tutuyor, ekonomisini yönetiyor. Örgütü inceleyenler Opus Dei’nin aylık gelirinin 20-30 milyon dolar olduğunu söylüyor. Dünyanın dört bir yanında önemli sayıdaki gayrımenkulleri de servetin taşınmazları...
Yakın bir geçmişe kadar “Kutsal Mafya” olarak adlandırılan Opus Dei örgütünün çok katı kuralları vardı. Üstlere körükörüne boyun eğmek, acıya katlanmak, emirleri sorgusuz sualsiz yerine getirmek bunlardan bir kaçıydı sadece.
Sözde dini bir kuruluş olan “Opus Dei, P2 gibi mason localarıyla ortak hareket eden kapitalist bir örgüttü” özetle. Opus Dei’nin para kaynaklarından biri, İspanya’nın en zenginlerinden Jose Mateos, örgütün önde gelen yöneticilerindendi. Tıpkı yasa dışı işleriyle gazete manşetlerinden inmeyen, siyasilere rüşvetten tutun en çok oy alacağı tahmin edilen Sosyalist Partiye kara para aktaran, Papa’nın Bankası olarak bilinen, Ambrisiano Bankası’nın Genel Müdürü Roberto Calvi gibi. Calvi rezaleti duyulduğunda bir Kardinal, “Hazreti İsa bugün yeryüzüne inse, ilk soracağı soru ‘Katolik dünyasının temsilcisi bu rezil Vatikan mı’ olurdu” demiş bu da gazetelerin manşetlerinden inmemişti günlerce. Vatikan’ın yasakladığı örgütlerin başında Masonlar gelirdi. Ancak masonik yapılanmayı neredeyse bire bir yansıtan Opus Dei’nin Vatikan’da dizginleri ele geçirmesi ve Papa Jean Paul’un bu örgütü kabullenmesi Katolik dünyasının kuralları uygulamak konusunda ne kadar esnek olduğunun bir göstergesiydi. Papa ve bir kaç güçlü kardinalin boyunduruğuna giren Vatikan, çağdaş bir derebeyliğine dönüşmüştü.
Illuminati, Gül ve Haç, Opus Dei insanların inançlarını sömürmekle kalmamış Papa ve kardinallerin kişisel çıkarları adına her türlü ahlaksızlığı yönetmiş ve yönlendirmişti. Bu gün de Illuminati iş başında. Bilderberk, Dış İlişkiler Konseyi (CFR) ve Trilaterel Komisyon gibi paravan kuruluşlar aracılığıyla dünyayı yönetmeye bu arada da en büyük tehlike olarak nitelendirdiği İslam’ı “dünyadan silmeye” uğraşmaktadır.
İslam Terörü gibi bir yaftayı Müslümanların boynuna asan George W. Bush’un hem Gül ve Haç hem Kurukafa ve Kemikler örgütünün yöneticiliğini yapmış olması bir rastlantı değildir elbet. Tıpkı Donald Trump gibi ırkçı ve İslam düşmanı birinin ABD’de, Illuminati’nin dünya imparatorluğu olarak benimsediği ve ilan ettiği bir ülkede ortaya çıkması nasıl bir raslantı değilse... Illuminati aydınlanma değil dünyamız için zifiri karanlığı temsil etmektedir; o kadar basit...