İsmail Kılıçarslan müthiş bir iş yaptı, gençleri gündeme getirdi. Herkes bu konuda konuştu, kimi eleştirdi, kimi o yana, kimi bu yana çekti ama ülkemiz için en elzem eylemlerden biri bir süreliğine de olsa vuku buldu. Gençler konuşuldu.
Genç kızlar mı daha ileride, genç erkekler mi diye deştik ne var ne yoksa. Herkes şapkasını önüne koydu bu sayede, daha da çok tartışmak gerek.
Peki bir adım geriye gidersek, sonuca değil de sebebi konuşursak neler çıkar ortaya sizce?
Genç kızları, genç erkekleri yetiştiren anneler ve babalar, ne oldu da gençler böyle oldu?
Valide hanım, peder bey;
Hep siz eleştirdiniz gençleri, var mısınız biraz da sizin kara kaplı defteri kurcalayalım? Var mısınız biraz özeleştiriye? Var mısınız şapkamızı ortaya koyup biraz düşünmeye?
Kusura bakmayın valide hanım, kusura bakmayın peder bey;
Çocuklarınızı hayallerinizin dublörleri gibi gördünüz, onların hayallerini sormadınız, “Anneyim-babayım ben!” repliklerini kullandınız, yetmedi sütünüze on-off düğmesi takmışçasına işinize gelmediği anda haram etmekle korkuttunuz.
Kusura bakmayın valide hanım, kusura bakmayın peder bey;
Çocukları yarıştırdınız, komşunun oğluyla, teyzesinin kızıyla, “özellikleri, becerileri, yetenekleri farklıdır” demeden yarıştırdınız. Sınav sonuçları kötü olduğunda tavır koydunuz. Hayattaki tek amaçları, varoluş nedenleri en iyi okulları kazanmak ve sınavlardan hep en iyi dereceleri almakmış gibi yetiştirdiniz.
Kusura bakmayın valide hanım, kusura bakmayın peder bey;
İki yaşına kadar yürüsün ve konuşsun diye çabaladığınız çocuklarınıza iki yaşından sonra “Sus!” ve “Otur!” deyip durdunuz, çorba oldu çocukların kafaları.
Kusura bakmayın valide hanım, kusura bakmayın peder bey;
Çocuklar kafalarını vurduğunda bir masanın köşesine, bir an önce sussun da kafanız şişmesin diye masayı dövdünüz, “Al sana masa, al sana!” diye. Çocuğa hatasını kabullenmeyi değil, her hatasında karşısındakini suçlamayı öğrettiniz. Böylece okulda kötü not alınca “Hoca bana taktı”, iş hayatında da yaptığı iş beğenilmeyince “Müdür beni çekemiyor” diyen bireylere dönüştüler.
Kusura bakmayın peder bey;
Hadi yoksullukta ekmek kavgası içindi çocuğunuza ilgi göstermeyişiniz. Peki ya sonrası? Para kazandınız bir miktar, bu sefer onu arttırmak için ihmal ettiniz çocuğunuzu. Arttırdıktan sonra da korumak için, yoğunlaşan toplantı trafiğinden ötürü unuttunuz size emanet edileni. Karneden karneye, fırçadan fırçaya, veli toplantısından veli toplantısına gördünüz, eve gelir gelmez kumandayı elinize alıp oturdunuz, gözünüz ana haberde ağzınız iş olsun diye hal-hatır sordu, geçiştirdiniz. Sorulduğunda da “Neyini eksik ettik? En iyi okullara yazdırmadık mı?” diye çıkıştınız. O iş öyle olmuyordu, oluyor sandınız…
Kusura bakmayın valide hanım, kusura bakmayın peder bey;
Hata yapma fırsatını vermediniz çocuğunuza, hata yaptığında da dünyanın en berbat hissini hissettirdiniz dünyada hata yapan ilk evlat sizinkiymiş gibi. Gizli saklı iş yapmayı sizden öğrendi çocuğunuz, anlayıştan uzak yaklaşımınızdan kaçmaya çalışa çalışa. Gençlerin düştüğü hangi hata söylense “Benim çocuğum yapmaz” dediniz. Sizin çocuğunuz da yaptı işte o hataların bazılarını, belki farkında oldunuz, belki olmadınız. Sizin çocuğunuz da yaptı o hatalardan, çünkü bu yaşlar hata yapma yaşlarıydı.
Kusura bakmayın valide hanım, kusura bakmayın peder bey;
Çocuğunuzun bir hatasını, bir kusurunu öğrendiğinizdeki tepkiniz ele verdi sizi, “Ele güne rezil ettin bizi”ler mi ararsınız “Konu komşunun yüzüne nasıl bakarız”lar mı? Derdiniz çocuğunuzun hata yapması, gelişiminin olumsuz etkilenmesi filan değildi, sizin aklınız fena halde eşe dosta rezil olup olmamaktaydı.
Kusura bakmayın valide hanım, kusura bakmayın peder bey;
Kardeşleri de birbirine düşürdünüz birbiriyle kıyaslaya kıyaslaya, birinin özelliği, yeteneği diğerinden farklıdır diye düşünmediniz. “Abin mühendis oldu, sen hâla..” kıyaslamalarınızla çocuğunuz size de gıcık oldu, abisine de, mühendisliğe de...
Kusura bakmayın valide hanım, kusura bakmayın peder bey;
Çocuklarınıza ekseriyetle iyi örnekler olmadınız ama hep o olamadığınız “iyi”lerden olmalarını istediniz. “Bu hatayı ben yaptım, bari sen yapma”larla doldu öğüt kumbaraları ama hiçbir işe de yaramadılar. Bilemediniz ki öğüdün en hakikisi davranışlara saklı olanlardır. Ve dilde kalan öğüdün kimseye faydası olmamıştır.
Kusura bakmayın valide hanım, kusura bakmayın peder bey;
İyi kazanan iyi bir kariyere sahip çocuklar yetiştirmeyi, “iyi insanlar” yetiştirmekten maalesef ki önde tuttunuz. Bu da iyi niyetinizdendi, bu zamanda, bu rekabetçi dünyada çocuğunuz ayakta kalabilsin istediniz elbette. Ama o iyi kazanç için, hızla yükselen kariyer için, kısacası sizi ve sizin körüklediğiniz nefsini doyurmak için birilerinin ayağını kaydırmakta, türlü dolaplar çevirmekte beis görmeyen insanlar ürettiniz. Şimdi soruyorum, onları nasıl yeniden iyi insanlara çevireceksiniz?
Kusura bakmayın valide hanım, kusura bakmayın peder bey;
Bin yıllık usta-çırak kültürüyle milyonlarca çırak, mesleğini, ustalığı ve ekmeğini kazanmayı öğrenmişken siz çocuğunuza öğrete öğrete, “sakın kendini kullandırma”, “sakın bedavaya çalışma” gibi komutlar öğrettiniz. “Eti senin kemiği benim” sözündeki hikmeti unuttunuz. Eskiden yazları bir ustanın yanına verirdiniz çocukları, şimdi nedense kıyamaz oldunuz, yaz okullarına, yaz kamplarına göndermeye başladınız. İş öğrenmeyi değil işten kaytarmayı öğrendiler. Çırak yapmaya kıyamadığınız çocuğunuza şimdi plazada fotokopi çektiriyorlar, iyi mi?
Kusura bakmayın valide hanım, kusura bakmayın peder bey;
O beğenmediğiniz elin Amerikalısı çocuğunu 18 yaşında ayaklarının üzerinde durmaya zorluyor diye burun kıvırdınız, siz ise 30 yaşındaki oğlunuzun peşinden kaşıkla koştunuz “Oğlum bir kaşık daha ye” diye. Kendi kendine hiçbir işi yapamayan hantal bir nesil varsa, sizin eseriniz..
Kusura bakmayın valide hanım, kusura bakmayın peder bey;
Kusura bakmayın, biraz sert oldu belki. Ve hiç şüphe yok ki iyi düşünerek, iyiliklerini isteyerek yapıyorsunuz bütün bu hataları. Biraz da şok etkisi oluştursun diye bu kadar sert ve net ifade etmek istedim. Çocuklarınız bu dünyada size verilen bir mülk değil, siz onlara, onlar kendi ayaklarının üstünde durana kadar atanmış olan yol arkadaşlarısınız. Onlar size emanet.
Emanete gözünüz gibi bakın…
Ve yine kusura bakmayın, bunları konuşmak zorundayız...
* * *
Şehitler veriyoruz, askerlerimiz, polislerimiz haince tuzaklara, pusulara düşürülüyor. Trafik kazası bahanesiyle çağırılıyor ya da arkadan, ensesinden vuruluyor. Bugünlerde başka konuları yazmak da konuşmak da zor. Boğaz düğüm düğüm, yürek ise kördüğüm. Ama “Bu da geçer yahû” deyip gönülden en hayırlısını dilemekten başka, elleri değil kalbi açarak dua etmekten başka çare yok. Bu vatanı gönülden seven herkesin zor günlerinde, imtihan zamanlarındayız. Allah yardımcımız olsun.