Uluslararası ilişkiler, liderlerin kişisel ilişkilerine ya da karakter özelliklerine göre şekillenmez elbette. Ancak her ülkenin lideri, zamanın ruhuna uygun özellikleri taşıdığı için sistemde yükselir. Başka bir ifadeyle ülkeler, takip edecekleri politikalara uygun karakterde liderleri seçerek yollarına devam ederler.
Türkiye’nin son yıllarda bölgesinde ve küresel ölçekte izlediği politikalarda lider olarak Recep Tayyip Erdoğan’ın imzası var. Onun baskın karakteri, pazarlık masasında kolayca geri adım atmayan özellikleri; kendisine oy vermeyen kesimlerde bile temsil gücünü elinde tutmasını sağlıyor.
Tam da bu nedenle mesela Türk-Amerikan ilişkilerini konuşurken, Erdoğan’ın kişisel özelliklerinden söz ediyoruz. Ancak bizim zaman zaman görmekte güçlük çektiğimiz nokta şu. Türkiye’nin muhatapları, kurdukları ilişkilerde karşılarında eskisinden farklı bir ülke olduğunu, pekçok dinamikle birlikte Erdoğan’ın tarzına, duruşuna ve tüm bunların hala canlı ve geniş olan toplumsal temsiline bakarak görüyorlar.
Türkiye’nin farkı, etrafında şekillenen ve pekçok ülke ya da yapının teslim olduğu dinamikleri erken okumak ve buna göre kendi dengelerini yeniden kurmak. Bu farkın bir kez daha ortaya çıkması gerekiyor. Tayyip Erdoğan-Ahmet Davutoğlu hattının sağlıklı olarak yoluna devam edebilmesi, bu tabloda çok daha fazla önem kazanıyor.
***
Pek de uzak olmayan bir gelecekte, bizi doğrudan ilgilendiren geniş bir alanda ‘yeni’ düzenlemelerin ortaya çıkacağında neredeyse herkes hemfikir. Ancak bu ‘yeni’ olanın muhtevası üzerinde ne kadar konuştuğumuz ve kafa yorduğumuz biraz şüpheli.
Mesela karşımızda IŞİD olarak kendisini isimlendiren bir örgüt var. Suriye ve özellikle de Irak topraklarında hatırı sayılır bir alanı kontrol ediyorlar. Düzenli ordularla, coğrafyamızda hayli tecrübeli sayılan örgütlerle savaşıyorlar. Üstelik tüm bunları son aylarda uluslararası bir ittifakın bombardımanı altında yapıyorlar.
Uluslararası sistemin gövdesini oluşturan ülke, yani ABD, IŞİD konusunda Türkiye’den yardım istiyor. Öte yandan pek de gizli saklı olmayan imalarla IŞİD’le Türkiye arasında bir ilişkinin olduğu tezleri yayılıyor.
ABD, aralarında Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirliklerinin (BAE) de bulunduğu Sünni Arap ülkelerini, IŞİD’e karşı hava harekatı konusunda ikna etti ve onları hayli ilginç bir ittifak parantezinin içine aldı. Gerçi IŞİD ve benzeri yapıları, kendi iktidarlarının sarsılması, hatta yıkılması tehdidi olarak gören ülkelerin, böyle bir paranteze gönüllü olmalarında şaşılacak bir şey de yok.
Asıl önemli olan, sadece IŞİD konusunda uluslararası ittifakın oluşması değil. Suudi Arabistan ve BAE’nin, İhvanı Müslimin hareketini terör örgütleri listesine eklemesini de bu tabloya ekleyerek okumak gerekiyor.
Bu çemberi, sadece sözkonusu örgüt ve siyasi hareketlerden ibaret görmek yanıltıcı. Burada İslam dünyasının genelini kuşatan bir hamle var. İslami siyasi tecrübeyi, seçimlerle geriletmenin mümkün ya da en azından kolay olmadığını gören bir ‘akıl’, şimdi Mısır örneğinde olduğu gibi apaçık bir darbeyi tezgahlayıp arkasına da Suud, Ürdün, Katar ve BAE gibi sermaye sahiplerinin desteğini koyabiliyor.
Bu tabloda nerede duracağı, ne söyleyeceği ve kendi iç dengelerini nasıl kuracağı en fazla değer taşıyan ülke Türkiye. Bu kuşatmanın tümüyle bizim dışımızda olduğunu ve bize dair bir hamle öngörmediğini düşünmek, sandığımızdan daha ağır bir fatura çıkarabilir önümüze.