Geçtiğimiz günlerde Türev Danışmanlığın düzenlediği iş dünyasının da yoğun ilgi gösterdiği "Aile şirketlerinde kurumsallaşma" konulu toplantıda konuk konuşmacı olarak bir gazeteci gözüyle şirketlerimizin kurumsallaşma karnesine yönelik bir sunum yapma fırsatım oldu.
Türkiye'deki şirketlerin yüzde 96'sının aile şirketi olduğu gerçeğini biliyoruz. Bu aile şirketlerinin ülkemizde ki yaşam süresi, ne yazık ki insanımızın bugün sahip olduğu yaşam süresine paralel bir gelişim göstermiyor. Yani şirketlerimizin ömrü, şirketleri kuranların ömürlerinden daha önce sona eriyor. Ülkemizde bir insanın yaşam süresi 2006 yılında 68 iken 2012'de ise yaklaşık 73.7'ye yükseldi. Yani 7 yılda Türkiye'de bir insanın ömrü 5 yıl daha uzadı. Yaşam süresi endeksine bakıldığında Türkiye'de yaşam süresinin yıllar içerisinde istikrarlı bir şekilde arttığını görüyoruz.
İnsanın yaşam süresini stres, hastalık, yaşam koşulları, genetik gibi unsurlar nasıl etkiliyorsa şirketlerin yaşam sürelerini de belirleyen bazı etkenler bulunuyor. Ancak, tüm dünyada ve Türkiye'de insanın yaşam beklentisi artarken şirketlerinkinin düşmesi dikkat çekici bir paradoks olarak karşımıza çıkıyor.
ŞİRKETLERİN YAŞAM SÜRESİNİ ETKİLEYEN UNSURLAR
İnsanlar gibi şirketlerin de bir yaşam eğrisi vardır. Önemli olan, şirketlerin bu yaşam eğrisinde nerede olduklarının farkına varmalarıdır. Ancak bu durumda şirketler yaşam eğrilerinin herhangi bir aşamasında kaçınılmaz olarak karşılaşacakları zorlukların üstesinden gelecek şekilde hazırlıklı olabilirler. Yaşam eğrisinin ilk aşaması olan doğum insanlar için olduğu gibi şirketler için de sancılıdır ve şirket sahipleri bu dönemde birçok zorluğun üstesinden gelmek zorundadırlar. Doğumdan sonra ise gelişme dönemi gelir. Bu dönem şirket için çok önemlidir. Çünkü bu dönemde yapılanlar aslında şirketin yapısını oluşturur. Bu yapı aynı zamanda kurumun kimliğini oluşturur.
Olgunluk döneminde şirket artık piyasada kendini kabul ettirmiş ve belirli bir büyüklüğe ulaşmıştır. Bu dönemde alınacak önlemler şirkete yeni bir yaşam eğrisi yaşatabilir. Bu dönemde yapılacak bir yeniden yapılanma ve değişim projeleri şirketin ikinci bir doğum dönemi yaşamasını sağlayabilir. Aksi durumda, şirketlerin düşüş dönemine girmesi kaçınılmazdır.
Düşüş döneminde moraller bozulur ve şirkette huzursuzluk başlar. Buna bir de panik havası eklendiğinde şirket sahipleri ve yöneticiler sağlıklı karar almakta zorlanırlar. Düşüş dönemindeki şirketler ancak çok iyi bir kriz yönetimi ve tecrübeli yöneticiler sayesinde başarıya ulaşabilirler.
Aile şirketlerinde ailenin ucuz ve niteliksiz insan kaynağına yönelmesi, sadece iç pazara odaklanma, kurumlaşmamakta direnmesi, aile içi çatışmalar, uygun finansman kaynaklarına erişim, rekabetçi bir kurum oluşturulamaması ve markalaşmama yönündeki eksiklikler ve hatalara bağlı olarak şirketlerin hayatı sona eriyor. Şirketlerin yaşam süresine baktığımızda genellikle aile şirketlerinde sorun olduğunu görüyoruz. Çünkü özellikle aile şirketlerinde başarı oranları düşük görünüyor.
ÜLKEMİZDE ŞİRKET SAYISI VE KAPANMA ORANLARI
Türkiye'de 1980 yılında şirket sayımız 25 bin düzeyinde iken, 2005 yılında bu sayı 650 bine ulaştı. Bugün ülkemizde toplam şirket sayısının 2 milyon civarında olduğu tahmin ediliyor. Burada işletmelerimizin karakteristik 3 temel öge öne çıkıyor. Birincisi bu işletmelerin yüzde 98'inin KOBİ ölçeğinde olması, ikincisi yüzde 99'unun aile işletmesi olması. Üçüncü ise bu şirketlerimizin yaş ortalamasının 34'lerde olması. Yani Türkiye ekonomisinin genç KOBİ oyuncuları üzerinde yükseldiği görülüyor.
Kişisel kanaatlerim sağlam bir gelecek ve uzun bir yaşam için çalışanlara güçlü aidat fikri verilmesi, Çalışanların prim, ödül, maaş artışı ve kar payı gibi paylaşımlar ile önemsenmesi, Çalışanların fikirlerinden yararlanılması ve insiyatif-yetki kullanımının teşvik edilmesidir.