Dün yapılan devir teslim töreni ile Türkiye’nin yeni dönemi resmen başladı. Bu dönemin bizce dört temel dönüşüm dinamiği olacak. Bu dönüşüm dinamiklerinin somut anlatımını, bugün hem maddi hem de simgesel anlatımlarda görmeye başladık. Bunları örneklerle anlatmaya çalışayım...
Birincisi, devletin Cumhurbaşkanlığı makamından başlayarak yeniden yapılanmasıdır. Bu sürecin tabii ki tam bugünlerde başladığını söylemiyorum ama bu süreç dün devletin tepesinde resmi ve görünür hale geldi.
Devlet için görünür olmasının en büyük simgesel anlatımı şudur; artık tamamlanmış sayılan Ankara’da Atatürk Orman Çiftliği arazisindeki Başbakanlık Yerleşkesi’nin mimarisi ile Çankaya’nın mimarisini karşılaştırdığınız zaman karşınıza iki Türkiye çıkar. Birincisi, yüzünü yalnız Batı’ya dönmüş, batı ‘modernitesini’ yukarıdan (devletten) topluma dayatan gri ve ‘modern’ Türkiye’dir.
Çankaya mimarisi
Ankara’nın 1930’lardan sonra hızlanan yapılaşmasına Alman devletçi anlayışı hakimdir. Büyük gri ‘modern’ yapılar, geniş, ihtişamlı heykel ve modern figürlerle süslenen bulvarlar şehre damgasını vurur.
Çankaya köşkünü de o dönemde, bir Alman mimar yapmıştır. Prof. Clemens Hoizmeister’in Naziler’den kaçarak Türkiye’ye geldiği söylenir ama Hoizmeister’in mimari anlayışı tipik Germen-Roma kültürünün izlerini taşır ve bu kültür, Nazi döneminin abartılı ve insanı hiçe sayan, ezen devleti öne çıkaran mimarisine kaynaklık etmiştir. Zaten Holzmeister, Roma dönemi mimari anlayışını 20. yüzyıla uyarlayarak ‘modernleştiren’ bir bakış açısına sahipti.
Bu bakış açısıyla çok sayıda kilise yapmış ve böyle ünlenmişti. İşte Çankaya Köşkü, bu mimari anlayışla inşa edilmiştir.
Bir toplumda özellikle devletin kendisini mekansal olarak nasıl ifade ettiği çok önemlidir. Devlet mekanları, nihai olarak verili üretim tarzı ve onun alt biçimleriyle belirlenir, şekillenir ve yaşar; bu anlamda devlet mimarisi ve onun mekanları bize nasıl bir toplumda -ülkede- yaşadığımızı da anlatır.
Germen-Roma kültürü izlerini taşıyan ve bu topraklarla pek alakası olmayan bir kültürün öykünmesi ile inşa edilen yapıya siz hiç itiraz etmezseniz, bu tavır, aslında siyasi bir duruştur da. Yani sizin var olan sistemi -ki bu vesayetçi statükodur- devam ettirmek istediğiniz anlamına gelir bu...
Devletin itirazı ve toplumun dönüşümü
İşte tam bugün bu itiraz yapıldı ve biz simgesel olarak da, Ankara’da Selçuklu-Osmanlı mimarisi ile yapılmış bir başkanlık kompleksi görüyoruz artık. Bu yerleşke ile Çankaya mimarisini karşılaştırdığınız zaman, Eski Türkiye ile Yeni Türkiye arasındaki farkı, olanca çıplaklığı ile görmüş olursunuz.
Hemen ikinci dinamiğe geçelim, bu dinamik Türkiye toplumunun farkındalığıdır. Bütün AK Parti iktidarları, verili olanı kabul etmemeye ve adım adım daha iyiye geçilebileceği anlayışı üzerinden bir orta sınıf umudu olarak kendisini politik olarak gerçekleştirdi. Ama bu orta sınıf da, özellikle 2010’dan itibaren -bunun somut anlatımı 2010 Anayasa Referandumu’dur- maddi politik bir güce dönüştü ve önce Erdoğan’a 2011 seçimlerini kazandırdı sonra da hem Davutoğlu’nu öne itti hem de Erdoğan’ı Cumhurbaşkanı yaptı. İşte hem Gezi kalkışmasının hem de 17 Aralık darbe sürecinin başarılı olmamasının iki temel dinamiği de budur; yani, dün resmileşen ve devletin tepesine çıkan yeni demokratik devlet yapılanması ve kendi demokrasinini isteyen orta ve yoksul sınıfların Erdoğan’ın arkasında durması.
Bölgesel barış entegrasyonu
Yoksul sınıfların orta sınıfa geçişi ve orta sınıfında nicelik olarak artarak bu sürece damgasını vurması Erdoğan’ı köşke taşımış ve Davutoğlu’nu da öne çıkarmıştır.
Çünkü Davutoğlu, AK Parti Kongresi’nde, Doğu Çin Denizi’nden gelen ve Kafkasya üzerinden Ortadoğu’ya inerek Avrupa’ya ulaşacak tüm enerji ve ticaret yollarının artık Anadolu topraklarından ve Türkiye denetiminde Akdeniz sularından geçerek Avrupa’ya ulaşacağını ve Türkiye’nin büyük bir ekonomik sıçrama ve restorasyon dönemine girdiğini söylerken bu stratejiyi yukarı çıkan ve siyasi maddi güce dönüşen orta sınıf, hem Erdoğan’ın ekonomi için yaptığı çıkışlardan biliyordu hem de Davutoğlu’nun dış politikasından...
Davutoğlu, aynı konuşmada, Türkiye’nin ekonomik gücü, bütün çevre ülkelerine yansıyacak ve buralarda birikecek derken bölgesel yeni ekonomik birliğin ipuçlarını da anlatıyordu. İşte bu siyasi çizgi bize, yukarıda sözünü ettiğimiz üçüncü dönüşüm dinamiğini anlatıyordu; yani Türkiye’den yola çıkan bölgesel bir birlik... Bunun somut işaretlerini görüyoruz. AB’nin artık enerji ve pazar için Türkiye’den başka alternatifi yoktur; Davutoğlu’nun bu anlamdaki vurguları çok önemli ve doğrudur.
2015-2019: ‘Altın Yıllar’
Örneğin daha dün, AB, Rusya-Belarus-Kazakistan ve Ukrayna arasındaki Minsk toplantıları da gösterdi ki, Rusya, Belarus ve Kazakistan’la başladığı Gümrük Birliği entegrasyonunu yani Avrasya Birliği’ni yalnız yeni bir siyasi birliğin nüvesi gibi görmüyor; Rusya, Avrasya Birliği’ni AB’nin alternatifi hatta yeni bir ekononik sistemin çıkışı olarak görüyor. Çünkü Putin görüyor ki, bugün AB’nin sorunları yalnızca pazar ve enerji sorunları değildir, bugün AB’nin esas sorunu gerçek anlamda bir birlik olamamasıdır. Almanya, hâlâ AB’ye kendi pazarı hatta yeni sömürgesi gibi bakıyor; özellikle doğu ve güney Avrupa ülkeleri Almanya’nın dayatmacı birlik anlayışından son derece rahatsız ve bunun ‘sürdürülebilir’ bir durum olmadığının farkındalar.
Davutoğlu, Türkiye’nin ekonomik gücünün bütün çevre ülkelerden hissedileceğini ve herkesin bu güçten yararlanacağını söylerken belki de Rusya’nın Avrasya Birliği’ne rağmen değil ama onunla birlikte ve onun yanında yeni bir birliğin işaretlerini veriyordu. Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmasıyla başlayan bu sürece Davutoğlu bizce çok önemli bir katkı yapacak hatta bu süreci tamamlayacaktır. Böyle olunca, Davutoğlu’nun Başbakanlığı yalnız dokuz aylık geçici bir süreyi kapsamayacak, 2015-2019 arasınındaki çok önemli yılları da kapsayan bir restorasyon süreci olacaktır. Zaten Davutoğlu, andığımız konuşmada, aynen bu vurguyu yapmıştır. 2015 ve 2019 arasındaki dört yılı ‘altın’ yıllar olarak değerlendirmiş ve bu zaman diliminde Türkiye’nin AK Parti iktidarları ile başlayan büyük restorasyon sürecini tamamlayacağını, bu sürede yeni Anayasa ile birlikte Türkiye’nin bögede kurucu bir ülke olacağını da söylemiştir.
Bu Kurucu Ülke kavramı çok önemli bir kavramdır, bu kavram bize Davutoğlu’nun da dediği gibi, 2015-19 arasında AK Parti’nin tek başına ve Anayasayı değiştirecek bir çoğunlukla Meclis’e gelmesi durumunda, Meclis’inde bu dönemde kurucu bir Meclis olacağını bize anlatmaktadır. İşte buradaki Kurucu Ülke kavramı tek başına dördüncü dinamiktir ve yalnız bölgeyi değil, küresel sistemin temellerine girecek yeni bir başlangıçtır da... Yeni dönem hayırlı olsun...