AK Parti’nin Kürtler’in kimlik talepleriyle kurduğu ve inşa ettiği hikayenin sonuna gelindiğine dair iddialara bakılırsa, Türkiye bölünmenin eşiğinde bulunuyor. Böyle düşünenlerin, HDP ve seçim barajı meselesini yorumlarken, dillerine doladıkları söyleme inanacak olursak, baraj aşılamazsa Türkiye bölünmeye doğru giden bir sürece girecek ve Kürtler’in bu ülkeye duyduğu aidiyet duygusundan geriye bir şey kalmayacak.
Bu son derece sorunlu bir yaklaşımdır. Çünkü bugün her şeyden önce Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı Kürtler’in yaşadıkları ve geleceklerini tahayyül ettikleri ülke olan Türkiye’ye aidiyet duygularını, ne HDP ne AK Parti’nin seçim başarısı veya başarısızlığı belirlemeye yeter.
Kürtler’in bu topraklara duydukları aidiyet duygusu, bütün tarihsel karşılaşmalardan, beraber yaşamayı imkansız hale getirecek yaralar almadan, oluşmuş bir duygudur. Malazgirt, 1514, Kurtuluş Savaşı yılları, Sevr ve Lozan, bütün bu tarihsel kavşaklarda, Kürtler ve Türkler başarılı bir sınav vermişlerdir.
Aidiyet duygusu kırılgan bir duygudur ve kabul etmek lazım ki bu kırılganlık, devletin geçmişte uyguladığı yanlış politikalardan oldukça etkilenmiştir.
Türkiye tecrübesi şunu bize açıkça gösteriyor: Devletin ve Kürtler’i temsil iddiasında olan partilerin, günahları, yanlış politika ve tercihleri etnik hınç ve öfkeyi zaman zaman tahammülsüz noktalara taşımış ama bu durumda bile, her iki halkın ilişkilerinde, ‘kopuşa giden süreç işte tam olarak bu’ diye tanımlanabilecek herhangi bir ciddi gelişme yaşanmamıştır.
Kürtler ve Türkler, devletin ve yanlış siyasetlerin-son kırk yıl itibariyle PKK’nin-sosyal ve beşeri ilişkileri esir almasına izin vermemiş, Türk halkı, faili meçhul cinayetlerden, köy boşaltmalardan kaçan Kürt kardeşlerini her defasında bağrına basmıştır.
Köyleri boşalan Kürt halkı dün Batı’ya gelip yerleşiyordu, bugün Şemdinli, Cizre, Nusaybin ve kuşatma altında olan başka ilçelerden kaçanlar da Batı’ya geliyorlar.
Kürt halkı zorda kaldığında, kaçış, hep Batı’ya doğrudur.. Doğu’ya doğru değil. Doğu’da kaçacak yer de yok, işte İran, Suriye ve Irak’ın durumu ortada. Türkiye bugün Şengal ve Kobanê’den kaçan Kürt ve Ezidi halkın açık pazarı, açık ülkesi halindedir.
Asker ve polis şehit ederek, ilçeleri işgal ederek, ‘siyasi bir kopuşa zemin’ hazırlayacaklarını düşünenler, yanılmaya mahkumdur. Kürtler ve Türkler, ezici çoğunlukla, devletin PKK şiddetine ve terörüne karşı yürüttüğü mücadeleyi, bir halka karşı yürütülen mücadele olarak görmüyor.
Görse, bölgede dört başı mamur bir halk isyanı herhalde kaçınılmaz olurdu.
Aslında bu saldırılar, bumerang etkisi yapmıyor da değil. Şehit cenazeleri etrafında yakılan Kürtçe ve Türkçe ağıtlar, birlik ve dayanışma duygusunu azaltmıyor, tersine arttırıyor: ‘Bizi bölmek istiyorlar ve bu oyuna gelmeyeceğiz’ fikri, toplumun bütün kesimlerinin kendini içinde bulduğu ortak bir fikir haline geliyor.
PKK’nin eylemlerinin, sınır tanımayan şiddet ve terörünün ayrıca, HDP’ye demokrasi ve siyasi temsil ve çözüm sürecinin devam etmesi için verilen oyların Türkiye’yi bölmeye yeteceğini düşünenler, müdahale için Kandil’le beraber NATO’ya çağrılar yapanlar, ruhları ve zihinsel dünyaları itibariyle bu ülkede yaşamıyorlar artık. Nefretleri büyüdükçe, gerçeklikten uzaklaşıyorlar.
Bedenleri Diyarbakır ve İstanbul sabahlarına uyansa da, ruhları Brüksel’in yeni inşa edilen NATO karargahında, dillerini bile doğru dürüst bilmedikleri kolonyal kurtarıcılar arasında dolaşıyor!
‘Kolonyal kurtarıcılar’, bilmeli ki, Kürt halkının, Türkiye’ye duyduğu aidiyet duygusu, bu adamların iddia ettiği gibi zayıflamıyor, her geçen gün ve bilhassa bu şiddet ve cinnet ortamında daha da güçleniyor.
İstanbul’da yaşayan ve koptuk kopacağız türünden tweetler atan Hasip Kaplan dahil, ‘nasılsa Kürtler Türkiye’den kopuyor, bölünüyoruz deyip, ne Şırnak’a ne Diyarbakır’a geri dönüşün yollarına koyulan bir tek kişi yok, ama özerklik ilan edilen ilçelerden daha şimdiden binlerce kişi Batı’ya ve daha güvenli ilçe ve şehirlere göç etmiş durumda.
Batılılar ve Kandil öyle bir strateji izliyorlar ki, bu strateji, hakkını yemeyelim (!), Kürtlerin ve Türklerin siyasi birliğini, tarih içinde 2071’li yılların Türkiye’sine doğru yürüyüşlerini, Öcalan’ın dediği gibi ortak Vatan’da beraber ve özgürce yaşama amacı ve duygusunu sağlamlaştırmaktan başka bir işe yaramıyor.