Nereye gitsem, önümüzdeki Belediye seçimleriyle ilgili olarak bu soruyla karşılaşıyorum. Bundan önceki belediye seçimlerinde, özellikle İstanbul'da Kürt seçmenler büyük ölçüde CHP'yi destekledikleri bilindiği için, bu seçimlerde nasıl bir tavır takınacakları merak ediliyor doğal olarak. Her toplum gibi Kürtler arasında farklı eğilimlere sahip insanlar var, olmalı da. Bu yüzden her toplum gibi seçimlerde farklı partilere oy vermeleri de son derece normaldir. Ancak öyle süreçler olur ki insanlar farklı eğilimlerini, düşüncelerini unutur ve daha genel düzlemde toplu bir tavır takınabilirler.
Bundan önceki seçimlerde, özellikle İstanbul'da CHP'nin desteklenmesi bu tür bir genel tavrı dayatan bir sürecin neticesiydi diyebiliriz. Şimdi burada bunun sebeplerini, haklı haksız yanlarını anlatmaya kalksak uzun zaman alacak. Ancak Kürtlerin CHP ile ilişkileri, seçimlerdeki bu tavırlarını sıradan, normal bir tavır olmaktan çıkarıyor. İşe, patolojik bir boyut kazandırıyor.
Geriye doğru inşacı Kemalist tarihçilerin çarpıtmalarını, tahrifatlarını bir kenara bırakırsak herkes Kurtuluş savaşının Türklerin ve Kürtlerin ortak mücadelesiyle kazanıldığını bilir. Yine söz konusu çarpıtmacı tarihçileri dikkate almayan herkes bilir ki Cumhuriyetin kuruluşundan sonra Kürtler büyük haksızlıklara uğradılar ve bu haksızlıklar büyük ölçüde Kemalizmin kurumsal temsilcisi CHP eliyle gerçekleşti. Kürtler ne yapacak sorusunun önem kazanmasının nedeni de budur. Aslında sorunun şöyle sorulması gerekir: Nasıl oldu da Kürtler, yaşadıkları bütün zulümlerin altında kurumsal imzası olan bir partiye oy verir hale geldiler? Son dönemlerde yürütülen çeşitli politikalar nedeniyle Kürtlerin oraya doğru itildiğini söyleyebilirsiniz. Kuşkusuz bunun payı yadırganamaz. Ancak mesele bundan çok daha çetrefilli ve çok daha dramatik.
Geçen yazımızın başlığı "CHP'nin dönüştürücü gücü" şeklindeydi hatırlarsanız. O yazıda CHP'nin kılık kıyafetten tutun alfabeye kadar, yönetim şeklinden tutun hukuk sistemine kadar toplumu nasıl dönüştürdüğünü anlatmıştık. Dolayısıyla yukarıda sorduğumuz sorunun cevabı, bu başlığın altında yatıyor.
Hikayeyi özetleyerek anlatıyorum: Kurtuluş savaşından sonra ilk adım Kürtlerin varlıklarının inkarı şeklinde atıldı. Bunun akabinde Kürtler adına çeşitli isyanlar gerçekleşti ve Zilan, Dersim, Goyan deresi, Beşiri vs. katliamları gerçekleşti. Başta Şeyh Said, Seyyid Rıza olmak üzere yüzlerce, binlerce insan idam edildi. Toplu sürgünler, tenkiller, mecburi iskanlar, kıyımlar yaşandı. Bunun yanında Kürt kimliği inkar edildi, Kürtçe yasaklandı, tarih, edebiyat, coğrafya kitaplarında Kürt kelimesi çıkarıldı. Kürdüm demek, Kürtçe konuşmak cezaevine girmek için yeterli bir sebepti. CHP zihniyetinin fiilen iktidarda tutulduğu önceki yüzyılın yetmişli yıllarında rahmetli Şerafettin Elçi bir bakan olarak "Türkiye'de Kürtler vardır, ben de Kürdüm" dediği için hapse atıldı. Kısacası CHP ile Kürt ilişkisi zalim-mazlum ilişkisidir. Burada herhangi bir şahıstan, yöneticiden bahsetmiyorum, kurumsal kimliği kast ediyorum.
Nitekim Kürtler hiçbir özgür seçimde CHP'yi tercih eden bir tutum içine girmediler. Ne olduysa, Kürtlerin mağduriyetini, mazlumiyetini, ötekileştirilmesini, kanlı tarihini kullanarak Kürtler adına bir temsiliyet niteliğini bir şekilde edinen DEM parti çizgisinin etkin olmasından sonra oldu. Her seçimde CHP'yi cezalandıran Kürtler, şimdi DEM Parti aracılığıyla, yukarıda saydığım bütün zulümlere son veren, üniversitelerde Kürtçe bölümler açan, Kürtçenin önünü açan ve daha nice olumlu adım atan bir iktidara karşı, CHP'nın kurumsal temsilcisi olduğu Kemalizme asker koşuluyorlar. Hakikaten CHP'nin dönüştürücü gücünden korkulur.
Ne diyelim, neticede Stockholm diye de bir sendrom var.