Uluslararası alandaki terminolojiyi maalesef değiştiremedik. Türkiye’deki güvenlik operasyonları denklemi güvenlik güçleri ile terör örgütü PKK arasında geçiyor olmasına rağmen uluslararası medyada “Kürtlere yönelik operasyon” gibi gösteriliyor.
Aynı şekilde Türkiye’nin Suriye’de PYD-YPG’ye karşı tepkisi de “Suriye’deki Kürt güçleri”ne karşı duruş olarak ifadelendiriliyor.
Bu noktada iki etkenden söz edilebilir:
Bir: PKK uzantısı yapıların uluslararası alanda yürüttükleri temasların ve propagandanın etkisi.
İki: Uluslararası odakların, Ortadoğu’ya yönelik politikalarının böyle bir denklemi satın almaya yatkın olması.
Bu denklem tabii ki doğru değil.
Ne Türkiye’deki güvenlik operasyonları Kürtler’e karşıdır ne de Türkiye’nin Suriye’de YPG’ye karşı çıkışı “Kürt güçlerine karşı” oluşla ilgilidir.
Türkiye’deki operasyon, bunu ısrarla söylemeye devam ediyorum, terör örgütünün, ülkenin bir alanında hakimiyet kurma amacına mani olmak yanında, öncelikle Kürtler üzerinde yürüttüğü zulmü engelleme amaçlıdır.
PKK ile bağlantısı görmezden gelinemeyecek kadar açık olan PYD-YPG de, Suriye’de, PKK’nın Türkiye’de yaptığına benzer bir operasyonla, “Kürtleri temsil tekeli”ni ele geçirmeye, kendisine ideolojik olarak karşı Kürt gruplarını ise öldürerek veya sürerek tasfiye etmeye çalışmaktadır.
Rojava’dan ilk sürülenlerin Barzani yanlısı Kürtler olduğunu, Barzani kadar Amerika da bilir.
Benzer şekilde “Suriye muhalefeti” diye nitelenen çatı grup içinde bir ayağın Kürtler tarafından oluşturulduğu da biliniyor.
Soru şu: Türkiye’de PKK’yı desteklemeyen Kürtler neden Kürt kabul edilmiyor ve Suriye’de neden başka Kürtler değil de YPG’liler “Kürt güçleri” tanımlamasına mazhar kılınıyor.
Bu sorunun cevabı ise bir süredir bazı küresel odakların Ortadoğu’da PKK eksenli Kürtlere operasyonel rol vermiş olmalarıdır.
Bu operasyonel rolün artık bir maymuncuk haline gelen DAEŞ’le rasyonalize edildiği görülse de, işin içinde Türkiye’yi çevreleme de dahil yeni bir Ortadoğu planlamasının bulunduğunu görmezden gelmek mümkün değildir.
Burada en karmaşık tavrın ABD’ye ait olduğu açıktır.
Onun içinden de “Türkiye’nin ABD’ye yönelik güven sorunu” ortaya çıkmaktadır.
“Suriye’deki Kürt güçleri” ifadesi ABD Başkan Yardımcısı Biden’e aittir.
Ve Türkiye ile ABD arasında tam da bu alanda ciddi görüş farklılığı mevcuttur.
Türkiye açısından denklem açıktır: PKK terör örgütüdür. ABD bunu kabul etmektedir. YPG, PKK’nın uzantısıdır. O da terör örgütünün Suriye ayağıdır ve PKK-PYD işbirliği ile bu terör örgütleri Suriye’den sonra Türkiye’ye yönelik bir terör kalkışmasını planlamaktadır.
ABD açısından denklem çarpıktır: PKK’yı terör örgütü olarak kabul eden ABD, YPG’nin PKK ile ilişkisi olduğunu hem reddetmiyor hem de görmezden geliyor. Böylece, YPG’ye Suriye’de alan açmak suretiyle uzun vadede PKK ile birlikte Türkiye’ye karşı bir operasyona potansiyel zemin hazırlamaktadır.
ABD’nin bu tavrı Suriye’de Rusya, Esed güçleri ve YPG için alan kazanma, rejim muhalifi güçler için ise alan kaybetme anlamına gelmektedir.
Bu durumda Türkiye ABD’ye nasıl ve neden güvensin?
Daha önemlisi biz ABD ile hangi savunma ittifakı içinde birlikte olabiliriz?
Belki bu noktada ABD’nin tavrı Avrupa’dan da farklılık arz etmektedir. Avrupa, en azından Türkiye üzerinden kapısına dayanan -yarın daha çok dayanması beklenen- mülteci sorunu sebebiyle, Suriye’de olan bitenler karşısında daha duyarlı görünmektedir. Mesela Merkel’in, Halep çevresindeki Rus bombardımanlarının Türkiye’ye yönelik yeni göçleri, yeni göçlerin ise Avrupa kapısına dayanacak mülteci kitleleri demek olduğunu anladığı gözleniyor.
Bu durumda söylenecek söz şudur: Türkiye kendisine yönelik tehditleri bertaraf etme kudretine sahiptir. Ancak ABD’nin bu çok kritik dönemde üstelik bütün Ortadoğu çapında çok ciddi bir güven aşınmasına maruz kalacağını bilmelidir.