Geçen hafta Mustafa Karaalioğlu’nun “Reklam bütçeleriyle korunan eski medya düzeni” başlıklı yazısı medya için son derece önemli bir “sorunu” tartışmaya açmıştır: zihniyet tartışması.
Hadi daha açık açayım “seni bir manşetle halkın içine çıkamaz hale getiririz” diyerek dün kabineden tehditle “bakan” düşürenleri, pijamayla kapılarında ülkenin başbakanını karşılayanları”koruyan ve finanse” edenleri tartışmaya açtı aslında.
Karaalioğlu’nun “Türkiye değişiyor, medya da eski medya değil” sözü önemli.
Kendisini hala “ana akım medyada” sananların “dünyaya en açık ve eğitimli okur da, alım gücü yüksek izleyici de biz de” yalanlarıyla şişirdikleri balonlar birer birer sönüyor...
Nasıl sönmesin ki...
Attıkları manşetler yalanlanan da onlar, son 10 yıldır Türkiye’ye dair neredeyse hiçbir öngörüde bulunamayan da... Darbecilerle işbirliği yapanlarda onlar darbe şakşakçılığı yapanlar da...Halkın oylarıyla gelen iktidarı “ellerinden gelse analarını satarlar” diyecek kadar alçalanlar da onlar oy verenleri “bidon kafa, göbeğini kaşıyanlar” diyerek aşağılayanlar da...El kol kola büyük bir gururla Silivri’deki darbecileri ziyaret edenler de yine onların yazarları...
Türkiye değişiyor ancak onlar hala statükonun bekçiliğini yapmaya devam ediyorlar ya da devam ettiriliyorlar.
Çaldıkları minareye de “AB grubu okur-izleyici bizde” kılıfını geçirmişler.
Kimdir AB grubu? Türkiye şartlarında AB grubuna giren insan sayısı ne kadardır. Nüfusun kaçta kaçıdır mesela...
Üniversite eğitimi görmüş, tatile gidebilen, evine en az üç gazete giren, sinemaya giden, evinde çamaşır-bulaşık makinesi olan vesaire. Kriter bu mu?
Yoksa kendisini cumhuriyetçi, laik olarak tanımlayan, halkı sevmeyen, kafası karışık, topluma yabancı ve toplumu dizayn edilmesi gereken bir güruh olarak gören, gerektiğinde darbeyle had bildirmenin de demokrasinin bir gereği olduğuna inanan vesaire...Yoksa kriter bu mu?
Beyaz Türk ya da AB grubu olarak adlandırdıkları kesimi bir tarif etseler de bizim kafa karışıklığımız gidiverseler...
Misal televizyonlarında hangi çok seçkin ve entelektüel zevklere hitap eden dizileri, eğlence programları izliyorlarmış?
Misal, sansasyonel ve gayriahlaki yakınlaşmalarla bezenmiş, kimin eli kimin neresinde mantığıyla uzattıkça uzattıkları senaryolarla her bölümde aldatma içerikli porno dizileri ya da beğenmedikleri güneydoğu da çekilmiş ağalık-berdel içerikli dizilerde değildir.
Misal AB grubu derken “öpüşelim mi” lafına gülen televizyon izleyicisi de olmamalı?
Ben bakıyorum ve göremiyorum ama dikkatimden kaçıyor olabilir “AB grubu bizde” diyen kanalların elit izleyicilerine sundukları elit programları.
Reklam verenler de muhakkak bu “alım gücü” yüksek izleyiciye “harvey nichols- burberry, loewe, general electric, Sub-Zero ve Breville” gibi oldukça pahalı ürünlerin reklamlarını veriyor olmalılar...
Normal halkın ihtiyacı olan beyaz eşya, elektronik, mobilya, giyim markalarını satmak için reklam veriyor olamazlar değil mi!
Yoksa, mesela Kanal 7’nin bir puan reytinginin Kanal D’nin her bir reytinginden 6-7 kat daha az reklam almasının bir izahı ve anlamı olmalı?
Rating ve reklam süreleri aynı olmasına rağmen bu kadar fark nasıl oluşuyor?
İşin sırrı aslında CPR denilen çarpanda saklı. Cost per rating denilen çarpanın anlamı reyting basına çarpan sayısı.
Rating ve etki dedikleri şey... Yani bir dakika başına düşen ortalama izleyici sayısı ve bu izleyicinin “alım gücü yüksek” yalan algısının oluşturulması.
Kanal diyor ki reklam verene benim “1 reytingimin maliyeti şudur artık etki çarpanı da budur”.
Bu çarpan Kanal D 40 iken Kanal 7 ve STC için sırasıyla 15 ve 17...
Yani kıymetli okur reklam veren senin evinin ihtiyacı olan ürününü satarken “çobanın oyu ve kendi oyları” muamelesi çekiyor anlayacağınız. Ürününü aldığınız kişinin gözünde onların damgalamasıyla “C” grubu olduğunuz için sizin izlediğiniz kanala da “çapulcu” muamelesi çekiyor...
Biz de diyoruz ki mesele AB grubu izleyicisi filan değil.
Mesele başka...
Buradaki adaletsizliğin altında yatan sebep “elden ve açıktan” bu medya kuruluşunu destekleyemeyeceklerinden dolayı uydurdukları “A-B-C” gruplamaları altında kendi idelojisindeki ve etkili olarak düşündükleri seslerini duyurabilecekleri medyayı “reklam” adı altında “sınıf bilinciyle” finanse etmeye devam ediyorlar.
Nihai olarak Karaalioğlu’nun yazısında yer alan ve mutlaka tartışılması gereken şu sözler önemli: “Traj ve reyting dağılım pastası eşitlendi ama reklamverenler sayesinde hala eski medya düzeni devam ediyor.”
Yıllık 3,5- 4 milyar dolar olan reklam pastasından medyanın %35’ine sahip olan Doğan Medyanın reklam pastasındaki payı %65?
İlginç değil mi?
Kurt yapmaz bu taksimi kuzulara şah olsa...
Bir de elbette reklam şirketleri ve medya yöneticileri arasındaki “reklamı bize getir bunu Maldivler’de birlikte kutlayalım” tadında hediyeler ve başka “komisyonlar” var ki bunlara hiç girmedim bile..
Peki “Güçlü ve taktir edilmesi gereken sınıf bilinci” muhfazakar işadamlarında neden oluşmuyor diye soruyorsanız...
Öyle görünüyor ki bu tartışma daha çok su kaldıracak...