Türkiye’de, çok değil dört-beş yıl önce, PKK şiddetinin ‘meşru olduğunu savunan tartışmalar medyamızda gırla gidiyordu.
Oslo’da masa devrilmiş, Oslo sürecinden sonra PKK’nın ‘devrimci halk savaşı’ adı altında gerçekleştirdiği terörist saldırılar, yüzlerce insanın hayatına mal olmuştu. Başta Taraf gazetesi olmak üzere, medya bu savaşa çanak tuttu. PKK, kendi tarihinin en toleranslı dönemini, bu medya sayesinde yaşadı. Bugünkü muhalefet cephesinin o zamanki umudu PKK’nın silahlı mücadelesiydi. Bu mücadele gelişecek ve AK Parti devrilecekti. Kimsenin aklına, HDP’yi parti kimliğiyle seçime sokup, AK Parti’nin meclisteki çoğunluğunu düşürmek gibi bir fikir gelmiyordu. Sandığa bu kadar büyük bir misyon yüklenmiyor, silahlı mücadeleyi geliştirmek fikri, daha cazip bir fikir gibi duruyordu.
Selahattin Demirtaş, Türkiye’de kurtarılmış bölgeler olduğunu, belli bir toprak parçasına artık güvenlik güçlerinin giremediğini ilan ediyor, Taraf bu açıklamaları manşete taşıyordu.
Ama devletin kararlı tutumu, Kürtler’in yeni bir savaşı desteklemeye yanaşmaması, Devrimci halk savaşı adıyla başlayan çatışmaların, hüsranla sonuçlanmasına yol açtı.
PKK’nın silahlı mücadelesini büyütmek üstüne kurulu strateji çökünce, bu defa HDP’nin seçimlere parti kimliğiyle girmesinde karar kılındı.
PKK şiddetine tanınan tolerans, bugün bu defa da, aynı hareketin siyasetine tanınıyor ve HDP’nin barajı aşmasını istemek neredeyse demokratlığın ölçüsü olarak sunuluyor.
Oysa 90’lı yıllarda Kürt siyasetinin parlamentoda olmasını talep etmek, o günün koşullarında demokrat olmanın bir ölçüsüydü ve bu doğruydu aslında. Silahlı mücadele her gün onlarca can alıyordu. Kürtler meclise girerse, sivil Kürt siyasetinin inisiyatifini arttıracağını, ve Kandil’de alınan siyasi kararların, artık legal partinin Parti Meclisi ve yetkili diğer organlarında alınacağı düşünülüyordu. Böylece sivil alan güçlenecek, silahlı alan zayıflayacaktı.
2007 yılında bu umut vardı halk arasında. Ama iki dönemlik parlamento deneyi bize gösteriyor ki, tam tersi oldu. Kandil’in, inisiyatifi ve egemenliği, bırakalım HDP’yi, İmralı’yı bile bugün artık zorluyor. Ve eğer HDP barajı aşarsa, kazanacak olan İmralı, hatta HDP değil Kandil olacak. Oyunu başından beri Kandil kuruyor ve eğer bu oyun başarılı olursa kazanacak olan da Kandil’dir.
Peki Kandil’in elini daha da güçlendirecek, ama HDP’yi de, Öcalan’ı da zayıflatacak bir stratejiyi desteklemek, neden demokratlık olsun, veya temsilde adaleti savunmak olsun?
HDP bugün silahlara esir olmuş bir hareket. Bu esaretten kendini kurtaramıyor, ama kurtaramadığı gibi b u esarete, seçmeni de, ortak etmeyi amaçlıyor.
PKK’nın silahlı mücadeleyi bırakacağına dair en ufak bir ihtimal yok. Bu ihtimal doksanlı yıllarda, ve Oslo sürecinde bile daha güçlüydü. PKK, meclisi Türkiyelileşmek için değil, silahlı mücadele sürdürülemediği için duraklama dönemine giren, kendi büyüme sürecini daha meşru bir zemine taşımak için istiyor.
Barajın aşılması ise, hem AK Parti’nin hem CHP’nin zayıflaması demek. CHP’nin zayıflamasının Türkiye için siyasi bir riski yok. Çünkü CHP, artık Kürt-Türk siyasi ilişkilerinin sürdürülebilmesi için gerekli bir parti değil. Çünkü bölge partisi, Türkiye partisi olamıyor. Kürt toplumuyla siyasi ilişkileri neredeyse yok düzeyinde.
Ama aynı şeyi AK Parti için söyleyemeyiz. AK Parti bir Türkiye Partisi ve Kürt seçmenin HDP’yle beraber tercih ettiği iki partiden biri. Bırakalım Türkiye’yi bir yana, ama bu partinin Kürt toplumunda herhangi bir nedenle zayıflaması demek, bu zayıflamadan doğacak boşluğu arkasında Kandil’in olduğu bir parti dolduracağı için, Kürt/Türk siyasi ilişkilerinin kopması demek.
Koptuğunda ne olur, bu kopuşu dolduracak bir siyasal hareket ortaya çıkmaz mı derseniz, bugünkü koşullarda hayır çıkmaz, çıkamaz derim. Dolayısıyla AK Parti herhangi bir siyasi parti olmanın ötesinde, Türkiye’nin üniter birliğinin de garantisi olan yegane partidir.
Problem şu ki, CHP’li olup da, AK Parti’den kurtulayım da ne olursa olsun diyerek, oyunu HDP’ye verecek olan seçmen, bölünme ihtimalini arttırmaktan başka bir şey yapmamış olacaktır.
AK Parti bu seçimlerde Doğu’da oy kaybederse, bölünme derinleşir. Siyasi bağlar zayıflar. Çünkü devletin varlığı sadece ordu ve emniyet güçleriyle anılacak bir varlık haline gelir.
Bu yüzyılda ne kadar güçlü olursa olsun hiçbir ordu, siyasi bağları güçlendirmek ve korumak için tek başına bir seçenek değildir.
Kandil’in istediği, Erbil parlamentosunda elde edemediğini Türk parlamentosunda elde edebilmektir.
HDP’ye oy vermeyi düşünen CHP’liler, herhalde, AK Parti Doğu’da güç kaybederse, kendi tabelalarını asabileceklerini hesaplıyorlar.
Maalesef bu imkansızdır. Daha ortada fol yok yumurta yok, ama bir şehrimizin mahallelerinden birinde, ‘Buraya HDP’den başka partilerin girmesi tehlikeli ve yasaktır’ tabelası asılabilmektedir.
Böyle düşünen bir partinin dahi, meclise girmesi demokrasinin hatırına yasaklanamaz elbette, ama böyle bir partinin meclise girmesi için oy vermek de, bir o kadar demokrasi dışı bir davranıştır ve tehlikelidir.
Suriye Kürtleri ve PYD dışındaki Kürtler, bu tehlikeyi zamanında görebilselerdi, bugün mülteci konumunda olmazlardı.
Sandık başına gidecek Kürt seçmen bir değil, bin defa düşünmelidir.
Türkiye Kürtler’i, Suriye Kürtleri kadar bile şanslı olmayabilirler..