DİYARBAKIR
Başbakan R.Tayyip Erdoğan ile Irak Kürdistanı Başkanı Mesut Barzani’nin buluşmasını izlerken, iki Kürt aydını ile tanışmak keyifliydi. Fahri Karakoyunlu ve İbrahim Güçlü ile yaptığımız sohbetler, bölgede yıllardır PKK ile biçimlenmiş siyasetin çok ötesinde beklentilerin ve sağ duyulu yaklaşımların olduğunu göstermesi açısından önemliydi.
Fahri Karakoyunlu,Barzani’yi yakından tanıyan, Kürdistan Demokrat Partisi’nin siyasi çizgisini çok iyi bilen bir hukuk insanı. “Eğer bu halk, 1990’larda yaşadığı korkunç olayların anısına rağmen onurlu bir çözüm için kararını bildiriyorsa, bunu, Türkiye’nin bütün kesimlerinin çok iyi anlayıp, değerlendirmesi gerekir” sözleri etkileyici. O, anadili ile uğraşılmış, türküleri yasaklanmış bir kuşağın temsilcisi olarak duruyor karşımda ama söylediklerinin bir kelimesinde bile savaşın “s” harfi geçmiyor. Aksine, Kürtler’in kültürel/ulusal kimliğine saygı duyan demokratik bir çözümün Ortadoğu için örnek olacağında ısrarlı. “Türkiye’nin gerçek bir bölgesel güç olmasını isteyen herkes, Türk-Kürt bütünleşmesini, eşitlikçi zeminde savunmak zorunda” demesi, siyasetin sertlik kanadında yer alan akımların aksine, Kürtler’in birlikte yaşama, birlikte büyüme ve refaha kavuşma arzusunu sembolleştiriyor. Karakoyunlu’ya göre, Erdoğan’ın en akıllı siyasi manevrası, Barzani’yi çözüm sürecinin içine çekmesi, Irak Kürdistanı ile ilişkiyi güçlendirmesi.
Kürt yazar ve siyaset insanı İbrahim Güçlü’ye göre, Türkiye’nin Irak Kürdistanı ile sağladığı bu üretken mutabakat, Ortadoğu’da emperyalist güçler tarafından çizilmiş suni sınırların ötesine geçen bir yapı taşıyor: “Ortadoğu’nun dört kurucu unsuru var. Araplar, Farslar, Türkler ve Kürtler. Sömürgeciler çizdikleri haritalar ile Kürtleri dört parçaya böldüler. Erdoğan’ın geliştirdiği strateji, önce, Türkiye ile Irak Kürdistanı’nın sınırlarını şeffaf hale getiriyor. Yarın, benzer durum, Suriye’de, Rojava’da yaşanacaktır. Burada sınırlar kalsa bile, siyasi, kültürel ve ekonomik bütünleşme söz konusudur. Demokratik Türkiye’nin ulaşacağı büyük bir coğrafya ve güçtür bu, Kürtler’in ise, Barzani’nin Diyarbakır ziyaretinde olduğu gibi yeniden kucaklaşmasıdır.”
Leyla Zana’nın önemi...
Hafta sonu Diyarbakır’dan yazdığım izlenimlerde de belirttim: Bölgedeki siyasetin ana dümeni halkın eline geçmiş durumda ve halk yeniden silah sesi duymak istemiyor. Abdullah Öcalan’ın Nevruz açıklamasında söylediği silahsız siyaset kavramını halk benimsemiş, yaşadıkları çatışmasız dönemin de kıymetini anlamış durumda. Bu nedenle, Kürt siyasetinin en önemli isimlerinden Leyla Zana’nın sergilediği yapıcı, birleştirici, gerginlikleri azaltıcı tutum, aslında sokaktaki insanın duyguları doğrultusunda... 1991 yılında Meclis’i karıştıran, 1994 yılında cezaevinin yolunu tutan bu Kürt kadınının bugün sergilediği görüntü, izlediği siyaset, Türkiye açısından önemle değerlendirilmesi gereken bir gelişmedir. Yıllardır bölgeye görev amaçlı gidip-gelmiş bir gazeteci olarak gördüklerim benim için bile şaşırtıcıydı. Devletin soğukkanlı ve demokrasiye yol veren yapıda olmasının önemini bir kez daha anladım.
Ekonomi çok önemli...
Siyasetin kulisleri hepimiz için cazip bir satranç oyunu olabilir ama, artık, bölge açısından sürekli ekonomiyi konuşmanın zamanı geldi. Halk, silahların susmasıyla bölgeye akacak yatırımların, özellikle de işsizliğe çare bulunmasının beklentisinde. Diyarbakır Ticaret Odası Başkanı Ahmet Sayar ile Diyarbakır Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği Başkanı Alican Ebedinoğlu’nun buluştukları nokta aynı: Silahlar susabilir, çözüm kalıcı hale gelebilir ama bunu ekonomik yatırımlar izlemese, sorun karşımıza yine çıkar.
Bu görüş doğrudur. Bankaların bölge esnafına daha insaflı davranması, hizmet sektörünün yüksek istihdam getiren yatırımlarının artması, özel sektörün bölgeye dönük yatırımlar için moral kazanması gerekiyor.
Kürt siyaseti yüzünü barışa döndü, ama, bu siyasetin ekonomik desteğe ihtiyacı var.
-SOKAKTAKİ KÜRT’ÜN SAĞDUYUSU:Adı, Yusuf, soyadını vermeyeceğim. Keçi Burcu’nun yanındaki kahvede tabureye oturmuşuz, sohbet ediyoruz. Söylediği beni çok etkiledi: Bütün bu gelişmeler umarız, Batı’daki şehit analarını üzmüyordur. Burada hepimizin ailesinden en az 3-4 genç öldü, onların acısını en çok bizler anlarız. Onlar, benim evladım şehit oldu ama başka evlatlar olmasın dediklerinde biz burada kahrolduk...