Yazının başına şu tuhaf soruyu koymakla iyi mi ettim bilmiyorum. İyi veya kötü, böyle bir soru var. Ben, bu sorunun bir çeşidine defalarca muhatap olduğumu hatırlıyorum.
Eski zamanın, 80 öncesinin Ülkücüleriyle tartıştığımız zamanlarda, başka mevzular bitince, Ülkücü arkadaşlarımız işi buraya getirirlerdi.
(Ülkücüler bu soruyu 70’lerin sonuna doğru bıraktı.)
Belki, Türk olmaya öncelik vereceğimizi düşünüyorlardı, bilmiyorum. Ama biz, soruyu soranı huzursuz edecek kadar kötüydük!
‘Elmayla armudu toplamak’ dahil birçok misali ileri sürerek sorunun anlamsızlığı etrafında bir müddet dolaşıyorduk.
Fakat inatçı bir soru. Belki arkadaşımız, bu sorunun ‘düğümü çözeceğini’, ‘direnişi kıracağını’ düşünüyor.
Soruya uzun süre geçit vermediğimiz için, sorunun cazibesi de sürekli artıyor.
Aslında istenen cevap şu, en azından bizden öyle bekleniyor: Hem Türküm, hem Müslümanım.
Burası iyi bir taviz noktası. En azından, başlama noktasının yarım adım ilerisi. Ama nerdee!
Sanki okullardaki bir sürü vatan, millet edebiyatını biz okumadık, nutukları biz dinlemedik!
Verimsiz bir tartışma. Sonunda şöyle bir yere geleceğiz: Kardeşim biz Müslümanız. Ayrıca, siz de Müslümansınız. Başka vasıflarımız vardır. Belki Erzurumluyuz, Diyarbakırlıyız, Trabzonluyuz, Konyalıyız, Balıkesirliyiz...
Ama önce Müslümanız.
Dediğim gibi, Ülkücüler, bu soruyu sormaktan vazgeçti. Merhum Muhsin Yazıcıoğluçizgisinin o camiada kuvvet kazanması muhakkak ki bunda çok etkili olmuştur.
Her neyse, başa dönelim. Anlamlı mı bu soru?
Sorulmasa daha iyi olur ama, sorulunca anlamlı.
Nasıl anlamlı?
Bir kere, sevimsiz. Arkasından bir ‘şarj’ gelecekmiş gibi. Veya bir ‘fatura’ gelecekmiş gibi.
‘Anlamlı fakat anlamı güzel değil’ desem, meramım anlaşılır mı?
O zaman niye yazdın soruyu yazının başına?
Diyelim ki, soruya defalarca muhatap olmuş biri olarak, soruyu Kürtler’in de işitmesinde bir fayda gördüm.
Cevabını ne istiyorum, ne merak ediyorum.
Bu demektir ki, soruyu sormuyorum.
Başka bir soru soracağım, daha yararlı bir soru:
Kürtler’in en önemli vasfı hangisidir?
Benim cevabım şöyle: Kürtlerin en önemli vasfı, Müslüman olmalarıdır.
Belki bu kanaat, PKK’nın veya BDP’nin çekirdeğinde bulunan bazı kimseler tarafından paylaşılmayabilir. Müslümanlığın adını duyunca yüzünü buruşturanlar var ne yazık ki.
Bazı PKK sempatizanları, az önce tartıştığımız ‘Kürt müsün Müslüman mısın’ sorusunu Kürtler’e dayatmak bile isteyebilir.
Ama yapacak bir şey yok.
Kürtler’in Müslümanlığı, geçiştirilebilecek bir ‘nitelik’ değildir. Kürtler, bariz bir biçimde Müslümandır.
Tabii ki, etnik motivasyonların kullanışlı olduğu durumlarda, liberallerimiz de, Kürt ve Türk ulusalcılarımız da, Kürtler’in Müslümanlıklarına fazla vurgu yapmak istemezler.
Bu, kendilerinin bileceği iş. Biz, bir soru daha soralım, sözümüzü tamamlayalım. Doğru bir soru olsun.
Üzerinde bulunduğumuz ‘çözüm süreci’nin teşekkülünde, Kürtler’in ve Türkler’in müslümanlıklarının etkisi var mıdır?
Evet, vardır.
Kürtler’in ve Türkler’in müslümanlıkları biraz geri planda olsaydı, çatışma, hiç kuşkusuz bugün tahmin edemeyeceğimiz kadar derinleşirdi.
Türtler’in ve Kürtler’in içlerindeki ‘barış arzusu’nun ardındaki en büyük motivasyon, ‘Müslümanlık’tır.
Bunu söyleyince, başka faktörlerin varlığını inkar mı etmiş oluyorum? Hayır. Bütün faktörler gerçektir ve etkilidir. Ama bütün faktörlere ev sahipliği yapan gerçeklik, Müslümanlıktır.
Geçen yazımda, Türk-Kürt kardeşliğinden, ‘sadece Türkiye hudutları içinde değil bütün bölgede barış seçeneğine güç verecek bir Türk-Kürt beraberliğinden’ söz etmiştim.
O beraberlik, hayati öneme sahiptir, bir sürü yerli, yabancı senaryoyu, kirli oyunu, bir sürü fitneyi fesadı bozar.
O beraberliğin, o kardeşliğin arkasındaki en büyük güç, Türklerin ve Kürtlerin Müslümanlığıdır.