Toz bulutu ne kadar yoğun, atmosfer ne kadar gergin olsa da değişmeyen gerçek, çözmek zorunda olduğumuz bir meselemiz olduğudur. Eski Türkiye ile Yeni Türkiye arasındaki güçlü köprü olan Kürt/terör meselesi çözüm beklemektedir.
Kürt meselesi sadece kanlı ve acılı bir dosya değil aynı zamanda ülkenin ayaklarındaki prangadır. Taşınması giderek zorlaşan bir ağırlıktır.
Özellikle, Ortadoğu’nun bugün olduğu gibi ateşlendiği zamanlarda ise bu ağırlığın nelere yol açabildiğini görüyoruz. PKK, uluslararası hesaplaşma pazarında Türkiye’ye karşı kullanılabilecek tek silahtır. Ne finans, ne ekonomi, ne diplomasi ne de herhangi bir sosyal kargaşa... Sadece PKK!
Son terör eylemleri bu enstrümanın ne kadar acımasızca kullanılabileceğini de göstermiştir.
2012 yaz ayları itibariyle PKK, Kürt sorunundan tamamen ayrışan ve Türkiye’nin uluslararası güç mücadelesinde gecikmeden bertaraf etmesi gereken bir sorun haline gelmiştir. PKK meselesinin halledilmesi düne kadar içeride bir katma değer yaratırken bugün artık uluslararası boyutta çok daha büyük bir katma değeri ifade etmektedir.
Türkiye, PKK’nın Ortadoğu’da ayak bağı olmadığı durumda muazzam bir etkinlik alanına sahip olduğunu hiç şüphesiz biliyordu. Ama yaz aylarında ödenen son kanlı fatura bu gerçeğin altını bir kez daha çizmiştir.
PKK, küresel ve bölgesel güçler tarafından Türkiye’nin çıkış kapısını tutmakla görevli bir örgüt haline gelmiştir. O halde içeriye dönerek, Kürt sorununun çözümü için ne gerekiyorsa yapmak Türkiye için düne oranla çok gerekli ama aynı zamanda “faydalı” bir hamle olacaktır.
Türkiye’nin bölgesel nüfuz alanını genişletmesinin önünde PKK’dan gayrı anlamlı bir engel bulunmamaktadır.
Tersinden okursanız, zaten çözmemiz gerektiğine inandığımız bir sorunun üstesinden gelmek için bir anlamlı bir motivasyon da budur. Meseleyi çözmek insani açıdan gereklilik, fayda-maliyet analizi açısından da tek doğru seçenektir.
PKK ile Kürt meselesi arasında doğrudan bağlantı zayıflamış olsa hatta belki tamamen kopmuş olsa da terörü bitirmenin (veyahut da azaltmanın) yolu içeride adım atmaktan geçiyor.
Terör hepimizi öfkelendiriyor ve kimse bunun için yadırganamaz ama öfkeyi en çok hak eden durum hala nasıl olup da ülkenin böyle bir sorunla yaşamaya tahammül edebildiğidir. Nasıl olup da 30 yılın kaybedilebildiğidir.
Büyük devlet olabilmek de büyük millet olabilmek de aynı zamanda sorunlar karşısında soğukkanlılığı koruyarak gerekeni yapabilmektir.
Bu özellikler Türkiye toplumunda vardır. Öfke ve kızgınlığa rağmen insanların çözüme hazır olduğunu bunu arzuladıklarını biliyoruz. Neyin olabileceğini ve neyin olamayacağını herkes üç aşağı-beş yukarı biliyor.
Evet, iş silaha kalacak olursa bu savaş sonsuza kadar kaybedilmeyecektir ama Türkiye’nin yolu bu olamaz. Çünkü, kimse artık daha fazla kan görmek istemiyor.
Hükümet de, müzakere kompleksi taşımadığını yakın geçmişte gösterdi ve nereye kadar gidebileceğini tecrübe ederek anladı.
İçeride ve dışarıda kimlerle dans ettiğini şimdi daha da iyi görüyor.
CHP ise, bütün kafa karışıklığına ve gelgitlere rağmen “Oslo görüşmeleri yapılabilir” diyebildi. Aynı parti, bu görüşmeleri ihanet sayarken de Oslo’da görüşme yapıldığına göre şimdi siyasi zemin daha da elverişli demektir. Hükümet, yeni müzakere mesaisi için bu cümleyi de cebine koymalıdır.
Türkiye’nin 2023 hedeflerine yürü-yüşü ancak Kürt ve terör sorunu olmadan mümkündür.
AK Parti’nin hafta sonu yapacağı kongrede ortaya koyacağı vizyon bir fırsat... Yeni anayasa bir fırsat...
Sokaktaki insanın bu kadar acıya rağmen hala çözüm umudu taşıması ise en büyük fırsat...