İsveç Parlamentosu’nun Norveç’ten sonra, 5.Aralık.2012 günü, Saddam Hüseyin’in Halepçe başta, Irak’ın Kürt yerleşim birimlerine karşı gerçekleştirdiği kimyasal silah saldırılarını “soykırım” olarak kabul etmesi önemli. Bu iki kararı, son olarak, İngiltere Parlamentosu’nun, 28 Şubat’ta aldığı aynı yöndeki karar izledi. Avrupa’daki genel eğilim, 200 binden fazla masum-sivil Kürt’ün yaşamını kaybettiği 1988 yılındaki “El-Anfal Kampanyası”nı “soykırım” olarak kabul etme yönünde...
Haksızlar mı? Değiller...
“Soykırım” kararlarının bir sonucu olur mu?..
Olur...
“Soykırım ulusu” olmak...
Avrupa başta dünya parlamentolarının aldığı kararlar, ilgili ülkelerin yönetimleri tarafından resmen kabul edilmemiş olmasına karşın Ermeniler’i, Yahudiler’den sonra “soykırıma uğramış ikinci ulus” statüsüne kavuşturmuştu. Son kararlar, Kürtler’in de benzer bir uluslararası statü kazanmalarının yolunu açtı. “Soykırım ulusu” olmak, Batı demokrasileri içinde, o topluma ayrıcalıklı bir konum kazandırıyor, özellikle siyasi göçmenlikte “pozitif ayrımcılık” yani bir çeşit “kayırma”yı da beraberinde getiriyor.
Bu durum, Avrupa’da giderek güçlenen “Kürt diasporası”açısından önemli... Stockholm başta, Avrupa kentleri, yalnız, Türkiye’den giden PKK unsurlarını barındırmıyor, ağırlıklı olarak Irak ve İran’dan gelen, son bir yıl içinde bu gruba Suriye’den katılan Kürtler de bulunuyor.
Özellikle Avrupa’daki “Kürt diasporası”nın siyasi tercihlerinin, yaşadığımız bölgeyi etkileyecek boyutta olduğunu da kabul etmek gerekiyor.
“Barış”ı sevmemek...
Yahudi, Ermeni veya Kürt... Diasporaların ortak özelliği, var oluş nedenlerinin ortadan kalkması karşısında sergiledikleri “radikal” tepkiler. Türkiye’nin Ermenistan’a dönük olumlu adımlarının Ermeni diasporası tarafından nasıl engellendiğini birlikte yaşadık. Filistin sorununun bir gün çözümlenmesi, Amerika’daki Yahudi lobisi açısından büyük bir kabus, çünkü, barış ortamında varlıklarını güçlendirecek sözleri ve nedenleri kalmayacak.
Stockholm’de görüştüğüm çevreler, Avrupa’daki Kürt diasporasının benzer tedirginliği “İmralı süreci” karşısında yaşadığını vurguladı. “Avrupa’daki yaşamlarını bu kavga zemininde oturtmuş durumdalar. İyi paralar kazanıyorlar, kaliteli bir yaşam sürdürüyorlar ve bunu da Türkiye’deki istikrarsızlıktan sağlıyorlar. Barış olduğu an, Avrupa yönetimlerine söyleyecek sözleri kalmayacak. Belki de buradaki rahat yaşamlarını bırakıp gitmek zorunda kalacaklar. Süreç başladığı an bazılarının hemen Öcalan’a karşı açıklamalar yapmaları, hatta Öcalan’ı Türkiye’nin ajanı gibi göstermeye çalışmaları bu korkudan kaynaklanıyor” diyor Kürt kökenli, Stockholm’de yaşayan bir dost...
Paris cinayeti ve “kirli para...”
Bu arada, Stockholm’de yaşayan iyi bilgi sahibi çevrelerden, Paris’te, arkadaşları Fidan Doğan ve Leyla Söylemez ile birlikte öldürülen Sakine Cansız’ın son iki yıllık öyküsünü dinlemek ilginç. “Sakine Cansız, çok saygı gören bir isimdi ve son iki yıldır sürekli, PKK hareketi içine girmiş “kirli para”nın hareketi asıl amaçlarından uzaklaştırdığından yakınıyordu. Sözü edilen uyuşturucu, insan kaçakçılığı ve vergi adı altında Avrupa’daki Kürt esnaftan toplanan haraç parası. Sakine, bu paranın içine Fransız ve Alman istihbaratının da elinin girdiğini söylüyordu. Paris’in ortasında öldürüldü. “ diyor aynı kaynaklar.
Ortada bir “kirlipara” var, bundan herkes nemalanıyor, hatta işin içine güçlü Avrupa devletlerinin istihbaratı bile giriyor.
Bu “kirli para”nın, Türkiye’nin Kürt sorununu çözmekteki en büyük engeli oluşturacağı açıktır.
Avrupa ve “diaspora”ya dikkat...
Milliyet’in yaptığı gazeteciliktir, mesleğin ilkeleri çerçevesinde eleştirilmesinin anlamı yok. Meslektaşlar, elde ettikleri bilgiyi kamuyla paylaşmışlardır. “Kim sızdırdı” sorusu pek çok komplo teorisini de beraberinde getiriyor, benim işim olmaz. Ama, PKK ile yürütülen “Oslo görüşmeleri”nin Avrupa’dan sızdırıldığını biliyoruz. Stockholm görüşmelerimden edindiğim izlenim, Avrupa istihbaratlarının ve” Kürtdiasporası”nın bu süreçte pek rahat durmayacakları yönünde.
Teori üretmiyorum, bir gerçeğe dikkat çekmek istiyorum, o kadar.