Yine Diyarbakır'dayız...
Çünkü Diyarbakır annelerine desteğin, "terörle mücadele" olduğunun farkındayız.
Silahlı mücadele, sivrisinek avlamaktır, köklü çözüm bataklığı kurutmaktır. Terör bataklığını kurutmanın tek yolu ise, desteği sıfırlamaktır.
Aklınıza hemen, emperyalist devletlerin silah ve para desteği gelmiş olabilir. Ancak, silahları kullanacak terörist yoksa o desteğin de anlamı yoktur. Oysa, bu silahlarla can yakan teröristlerin yetişmesine devletimizin büyük katkısı olmuştur!
İttihat Terakki'nin "ırkçılık" hastalığı, maalesef Ankara'daki yapılanmada da aynen devam etmiştir. Tek parti diktatörlüğünde; devlet gücüyle uygulanan "Türkleştirme" zulümlerinden, en fazla; (ezanı bile Türkleştirilen) Müslümanlar ile Kürtler zarar görmüştür. Dolayısıyla, ehl-i sünnetin kalesi olan Güney Doğu ahalisi, "katmerli zulüm" yaşamıştır.
Kürtlere yönelik kimlik inkarı ve ayrıştırma politikasını, 1950'den sonra da, tek parti döneminde devlette mayalanan "gizli CHP iktidarı" sürdürmüştür.
Nitekim 1925'te devreye sokulan "Şark Islahat Planı" rezaletiyle, çarşı pazarda bile Kürtçe konuşmayı yasaklayan devlet, Türkçe bilmeyenleri muhatap almayıp, "Öğren de gel" tavrı sergilemiş, 1960'tan sonra "Bu memlekette Kürt yoktur, 'Kürdüm' diyenin suratına tükürürüm" demiş, aynı bölücülüğü 1983'te de sürdürerek, "Düşüncelerin Kürtçe ifade edilmesi yasaktır" kanununu; "Kürtçe" ibaresi kullanmadan yazmayı başarmıştı![1]
Kürtler, bütün bu onur kırıcı zulümlere rağmen asla isyancı olmamıştır. Şeyh Sait isyanı da, devletin çarpıttığı gibi bir Kürt Devleti kurma amaçlı bir isyan değil; tam aksine Türkleri ve Kürtleri kaynaştıran "Hilafet" çimentosunun kaldırılmasına tepkidir.
Ortamın, "tahrik" için yeteri kadar olgunlaştığını gören İngilizler, Chatham House'da çoktan kurdukları PKK'yı, 27 Kasım 1978 günü Lice'de sahneye çıkarmıştı!
Yeni bir oyun başlamıştı! Mağdur olan Kürtlerin hakkını, aslında Kürtleri daha da mağdur edecek olan teröristler koruyacaktı! Kürtleri kurtaracak(!) örgütü kuran 22 Komünistten 10'unun "CHP'li Türk" olması bile, yeni oyunu anlamak için yeterliydi.
Nitekim, PKK ile mücadele için bölgeye giden TSK mensupları, Kürtleri PKK kamplarına göndermek ister gibi davranıyordu! Diyarbakır Cezaevi'ne; PKK düşmanı olarak girenler, devlet düşmanı olarak çıkıyor ve soluğu dağda alıyordu!
Ulusalcı/laik TSK mensuplarının Kürtlere uyguladığı zulüm, 1928 yılında askerî okullara gönderilen, "Bütün Kürt çocuklarını okuldan atın" şeklindeki "gizli" talimatın nihaî amacını çok iyi açıklıyordu![2]
Korkunç bir kısır döngü değirmeni dönüyordu. Kürt gençleri, "Bu zulme dur demek gerekir" istismarıyla PKK militanı yapılıyor; saldırılar arttıkça da Kürtlere yönelik resmî zulüm artırılıyordu!
Bu düzeni bozmak isteyenler ise derhal yok ediliyordu. Kürt olduğu için dönen oyunu iyi bilen ve bozmak isteyen Özal, "Kürt" ile "terörist"i ayırmaya çalışan Adnan Kahveci ve Eşref Bitlis Paşa ile birlikte yok edilmişti!
Artık Kürt düşmanlığı, laiklik şartı halini almıştı. 1999 yılına gelindiğinde bile, "Yılın Sanatçısı" seçilip; ödül vermek için sahneye çıkarılan Ahmet Kaya; "Yeni albümde Kürtçe şarkı olacak" dediği için küfür ve çatal-bıçak yağmuruna tutulmuştu!
2008 yılında gazetecilere terörle mücadele brifingi veren Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, "Ülkemizde 5 bin civarında terörist var. Bu sayıyı defalarca sıfırladık ama hâlâ 5 bin terörist var. Kalıcı sıfırlama için örgüte katılımın durdurulması gerekir" sözleriyle, bu oyunu tescil etmişti!
Çok şükür artık o günler geride kaldı. Türkiye'deki terörist varlığı, iki haneli sayılara indi.
Peki bu noktaya nasıl gelindi?
Bu başarıda, istihbarat birimlerimiz arasındaki işbirliğinin ve teknoloji destekli askerî mücadelenin elbette büyük rolü var. Ancak, en tepedeki yetkili, "Sadece askerî mücadele ile olmuyor" dediğine göre, demek ki; başka şeyler de oldu!
"Demokratik Açılım"ın sabote edilmesine rağmen sürdürülen adımlarla, mağduriyetler giderildi; istismar alanları yok edildi. Bu sayede, örgüte verilen yerel destek asgariye inmişti. Ancak, bölgede on yıllardır devam eden katliam ve zulümlerden kaynaklanan korku iklimi yüzünden, lojistik ve kadro desteği tamamen bitirilememişti.
İşte Hacire Ana'nın 22 Ağustos 2019'da, korku duvarını aşarak ortaya koyduğu cesaret, "zoraki" desteğin de sonunu getirdi.
Yani yüreği yanık Kürt annelerin cesur duruşu, PKK'nın; "Biz Kürt halkının haklarını savunuyoruz" yalanını delmiş, PKK'nın; "Kürt sığınağı" değil, "gavur uşağı" olduğunu; bütün çıplaklığıyla ortaya sermiştir.
O halde, "Diyarbakır Anneleri"ni; görmemek, terör örgütüne destek vermektir!
[1]19 Ekim 1983 tarih ve 2932 sayılı kanun.[2]Darbeden Beter Vesayetler, s. 249.