4 Eylül 2024 tarihli yazımın başlığı 'Bütün asker kişiler, askerî öğrenciler! Size bir çift sözüm var..' şeklindeydi. O başlığı bugün tekrarlıyorum.. Ve o başlığın devamındaki cümle, 'veya emekli askerler.. Askerliği bir vatan borcu olarak değil, bir geçim kapısı, bir meslek edinenler, hitabım sizleredir..' şeklinde devam ediyordu.
Çünkü, Harp Okulu'nda öğrenciliklerini tamamlayıp 'teğmen' rütbesiyle orduya katılan yüzlerce 'asker kişi', 30 Ağustos 2024 günü, söz konusu okulun birincisi olan bir 'kız teğmen'in öncülüğünde, oradaki tören için gelen aileleri dışarı çıkarıp, medya muhabirlerini içeri çağıran ve de, onların karşısında, kılıcını kınından çekerek ve bütün arkadaşlarını da aynı şekilde davranışa davet eden ve hatta sihirlemiş gibi arkasından sürükleyip, sonra da, yıllarca önce değiştirilmiş bir ant metnini ve intikam hissiyle hareket etmeye hazır, gerili bir yay gibi, bir hışımla yeniden okutması ve diğer yüzlerce 'teğmen'in de kılıçlar havada, o andı okumakta bir 'sürü' mantığıyla hareket etmeleri..
Ve, Başkan ve haliyle Başkomutan da olan Erdoğan, 'O kılıçları kime göstermek için çektiniz?' demiş ve 'Bu konu hakkında TSK'nın gerekli disiplin işlemlerini yapması'nı emretmişti..
Ama, hemen ekranlarda, merhamet ve anlayış dilenme seansları da başlamış ve, o 'masum' hareketin 'ordudan atılmayı ve körpecik hayatları karartmayı gerektirmeyecek bir davranış şekli olduğu' yoğun şekilde tartışılmaya başlanmıştı.
Bu satırların sahibi ise, o 'merhamet simsarları'nın gerekçelerine karşı çıkıyor, tartışılamaz bu gibi güç gösterilerini sergileyenlerin ordu ve diğer 'bütün resmî silahlı kuvvetler' ile irtibatının derhal kesilmesi görüşünü dile getiriyordu. Halâ da aynı görüştedir. Çünkü, silâhla şaka olmaz. Silâh elinde olarak, bizim milletimize ve hele de son 100 yıldır, kimlerin neleri, nasıl dayattıklarının yığınla örneklerine sahibiz..
Hatta o kadar ki, bu konuda ekranlarda son günlerde yapılan tartışmalarda, 'milletin hür iradesince teyit olunmamış bir takım ilkeler' ve kurallar gündeme gelince, o ilkelerin, 'asla göz ardı edilemeyecek' 'kırmızı' çizgiler olduğu söyleniyordu ve halen de devam ediyor o hava.. Halbuki, her kılıç kaldıranın istediği şekilde yorumladığı o ilkeler adına bu Müslüman millete ne büyük ve kalıcı zulümler yapıldığını unutmadık, unutmayacağız da.. Çünkü, asla vazgeçilemeyecek o 'kırmızı çizgi'lerden söz edenler, geçmişte sultanların, padişahların ağzından çıkan her sözün kanun sayılmasından yakınırken, şimdi, milletin hür iradesinden geçmemiş görüş ve uygulamalarını, 'cumhuriyet fazileti' olarak yüceltiyorlar. İstiyorlar ki, milletin ordusu, milleti 'sürü' gibi güden bir 'kurşun asker' durumunda olsunlar; bütün 'askerî darbe' dönemlerinde çok iyi tanıdığımız, o 'zorbalıkla dayatmacı' ve 1800'lerdeki 'yeniçeri hastalığı' hecmeleriyle..
Halbuki, millet, kendisini ve ülkesini savunması için, ordusunu, 'Allah'tan başka bir güç önünde eğilmesin..' diye kuruyor- koruyor, güçlü hale getirmek için elinden geleni yapıyor ve, 'Benim ordum, sadece, 'Cündullah, / 'Allah askeri' olsun, başka güç odaklarının emrine göre kurulmuş, 'kurşun asker' durumuna gelmesin' istiyor..
*
30 Ocak 2025 günü, 'Millî Savunma Üni. Kara Harp Okulu Diploma Alma ve Sancak Devir Teslim Töreni'nde yaşanan 'kılıç gösterisi' eylemlerinin elebaşı durumunda olan 5 teğmen ile onların âmirleri durumunda olan 3 askerin / kumandanın da TSK ile ilişkisinin kesilmesine nihayet karar verilmiş.. Açıklamada, "Türk Silahlı Kuvvetlerimizde; disipline aykırı hiçbir eylem, olay ve duruma müsamaha gösterilmeyeceğinden en ufak bir şüphe duyulmamalıdır" ifadesiyle, "Silahlı Kuvvetlerden ayırma cezası" verildiği açıklanıyordu.
CHP Gn. Başk. Ö. Özel ise, kararın açıklanmasından sonra yaptığı açıklamada, "Ordumuza karşı bu tarihî hatayı yapmayın dedik dinlemediniz. Söz veriyoruz. İktidara geldiğimizde hiçbir kayıpları olmadan teğmenlerimizi şanlı üniformalarıyla buluşturacağız. Bu yanlışa ortak olan kim varsa da onlardan bu kararın hesabını soracağız." ifadelerini kullanıyordu. CHP'nin, milletin ordusunu millete karşı kullanmakta taa başından beri nasıl bir sabıkası olduğu; hele de, İsmet Paşa'nın, 'Şartlar oluşunca, ihtilal meşru olur..' diyerek darbecilere 'yeşil ışık' yakıp, 27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi'ni teşvik ederek, 1950-60 arasındaki 10 yıllık Başbakan Adnan Menderes'i, 'darağacı'na nasıl gönderdiği unutulabilir mi?
*
Bu kılıç göstericilerinden birkaç 'elebaşı'yla ilgili karara sevindim mi?
Hayır!.. Milletimize 'geçmiş olsun' diyorum, ama, yetmez.. Sadece; bu hastalığın, son asırlarda milletimizin eline silah verdiği güçlerin nasıl bir 'Yeniçeri hastalığı'na tutulduğunu ve bunun kolayca geçmeyeceğinin emarelerinin de bu son örnekte görüldüğü üzere, zaman zaman 'silah gösterimi' şeklindeki iradesiz sosyal titreşimlerin görüle-geleceği ortada..
Böyleyken, geride kalan ve bir 'sürü psikolojisi ve itaatkârlığı'yla hareket eden o kılıç çeken yüzlerce teğmen masum mu idiler?
Evet, onlar da kılıç çekmemiş miydi ve o sahneleri sergileyenler hâlâ, orduda değil mi ve onlar aldatılmış masumlar mıydı? O yüzlerce 'teğmen'ler başkalarının arkasından sürüklenecek kadar mı iradesiz veya zayıf karakterlerdi? Ve bunların yarınlarda başkaları tarafından kullanılmayacaklarına, sürüklenmeyeceklerine kimin elinde bir garanti var?
Unutmayalım, 22 Şubat 1962'de, Harp Okulu Komutanı Kur. alb. Talât Aydemir liderliğinde sergilenen darbe teşebbüsü akîm kalıp, aynı kadro ve Harp Okulu öğrencileri, 15 ay sonra, 21 Mayıs 1963'de bir kez daha ayaklanmaya kalkışınca, Başbakan İsmet Paşa, Aydemir ve arkadaşlarını idam ettirmekle yetinmeyip, yüzlerce Harp Okulu öğrencisini de ordudan atmamış mıydı?
*
Unutulmasın, sadece bizde değil, bütün darbe geleneğine sahip başka ülkelerin ordularında da, kendilerini iyi gizlemiş ve iktidara yakın darbeci askerleri nihaî darbeyi vuruşlardır. Daha geçen hafta, ekran tarihçisi (İ.O) , bir ismi, 'niyetlerini son derece iyi gizlediğini ve son ân'a kadar Sultan Vahdeddin'in yakınında olmuştu.. ' diye tarif ediyordu.
Yine hatırlayalım ki, 'Eşme kaymakam olan babası Yunan işgalcileriyle işbirliği yaptığı gerekçesiyle', orduda terfi ettirilmesi önlenmek istenen ve 27 Mayıs 1960 Darbesi'nin ve sonraki darbe teşebbüslerinin çok ünlü isimlerinden olan C. M. isimli kişi,, Başvekil Adnan Menderes'in, 'Babaların suçundan dolayı çocukları suçlanamaz..' müdahalesiyle terfi ettirilmişti. Sadece o C.M.'nun, 27 Mayıs 1960 Darbesi öncesindeki hatıraları ve M. Ali Birand'ın 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963 Darbeleri öncesinde, ordu içindeki 'masum' darbe yapılanmalarının nasıl teşekkül ettiğine dair yazdıkları dikkatle okunsa bile, konunun vahameti daha iyi anlaşılır..
Keza, 1957'deki '9 Subay Hadisesi'nin 'masum' subaylarından F. G. Türk isimli kişinin, 27 Mayıs Darbesi'nden sonra nasıl bir 'kahraman'a dönüştüğü de unutulmamalı..
Hatırlayalım, daha 12-13 sene öncelerde de, Mısır'da Başkan Muhammed Mursî, en güvendiği ve Savunma Bakanı yaptığı General A. Fettah Sisi aracılığıyla devrilmişti..
*
Aynı deliklerden çıkacak başka yılanlar tarafından tekrar tekrar sokulmamak için, en üst seviyede teyakkuz halinde bulunmak gerekmez mi?
*