Küresel sistem bir dizi çıkmazı barındıran bir sistem. Bir yandan ekonominin, bilimin, insani değer ve hakların ulusal sınır ile toplumsal farklılıklar tanımadan evrenselleşmesi söz konusu; öte yandan ‘ama biz ötekinden farklıyız’ hallerinin güçlenmesi.
Küresel sistemin her alanda toplumları, ülkeleri ve bireyleri rekabete sürüklediğine kuşku yok. Bu rekabetin korkutucu sonuçlarının ülkeleri ya da ülke içindeki bazı toplumsal kesimleri kendi aralarında daha fazla kilitlenmeye teşvik ettiği de söylenebilir. Ancak sorun şu ki, bu tür kenetlenmeler giderek içe kapalı toplumlara işaret ediyor ve küreselleşme de bir yönüyle yerelleşmeyi teşvik ediyor. Yerel olan, küresel düzeye taşınabiliyorsa sorun çıkmıyor; ancak yerel olanı küresel düzeye çıkaramayanlar giderek kendi dışındakinden daha fazla korunma eğilimine sürükleniyor.
Ne yazık ki AB ülkelerinde aşırı sağcı ve milliyetçi eğilimlerin yükselmesi de küreselleşmenin bu çelişkili halinin dışa vurumu haline geliyor. Sadece Fransa’daki cumhurbaşkanlığı yarışına bakarak bile durumun vahameti görülebilir.
Seçimlerin ilk turu
İlk turda, Sarkozy beklenenden çok oy aldı; sosyalist ya da sosyal demokrat Hollande ile arasında fazla bir fark ortaya çıkmadı. Seçimlere katılım çok yüksekti; bu da Fransa’da toplumun yeni bir ivme arayışında olduğunun göstergesi olarak kayda geçti. Sarkozy, beklemediği başarıyı seçmenleriyle el sıkışarak kutlarken, pahalı saatinin çalınacağından korktu; usulca çıkarıp cebine koyarken kameralara yakalandı. Ancak muhtemelen Fransızların beklediği ivme, kendilerinin olası hırsızlar olarak görülmeleri yönünde değildi.
Hollande’ın ise beklediği kadar oy almamasında ‘kemer sıkma’ gereğine seçimlerden önce fazla değinmiş olası rol oynadı. Fransa’yı ekonomik olarak zor bir dönemin beklediğine kuşku yok; ancak çözüm yolları iki liderin farklı kesimlerden oy almasına neden oluyor. Ancak her ikisinin de küresel ekonomik ve mali gerçekliklere işaret eden, evrensel değerlere gönderme yapan özel vurguları bulunmuyor. Dolayısıyla akın akın sandığa koşan insanların bir kısmı, oylarını daha birinci turda bile kimi istediğine göre değil kimi istemediğine göre kullanıyor. İstekleri beli olan kesimler ise taklitleri yerine aslına oy kullanmayı tercih ediyor. Yani milliyetçiler, biraz milliyetçi Sarkozy yerine gerçek milliyetçi Le Pen’e; sosyalistler de Hollande yerine eni konu sosyalist olan diğer adaylara oy veriyor.
Ne olur?
İkinci turun sonucunu milliyetçiler ile sosyalistler belirleyecek. Aşırı milliyetçiler, sosyalist adayı desteklerse muhtemelen genel seçimlerin galibi olurlar; hükümeti de onlar kurarlar. Ancak Sarkozy bu kesimin oylarına talip, dolayısıyla milliyetçi oylar blok olarak Sarkozy’ye de gidebilir. Öte yandan bütün solun birleşip Hollande’ı desteklemesi de zor gözüküyor; zira Fransa’da da sol kendi arasında en fazla bölünen kesim; içe bakmaktan dışa bakamayanlar çoğunlukta. Dolayısıyla Hollande daha çok Sarkozy’nin eleştirisi üzerinden oy alabilir.
Hangisi cumhurbaşkanı olursa olsun, seçmen davranışları sonuç itibarıyla Fransa’nın giderek daha içe kapanmacı, daha milliyetçi bir yola evrildiği gerçeğini gizlemeye yetmiyor. Bu durumu Fransızların sorunu olarak görmek mümkün. Ancak sorun şu ki, söz konusu eğilim ne Fransa’ya ne de diğer bazı Avrupa ülkelerine özgü. Toplumlar, Fransa seçimlerini bir ayna gibi değerlendirmezlerse küreselleşme-yerelleşme çıkmazına aynı biçimde düşme ihtimali taşırlar. Kendi mükemmellik hikayesinde kaybolan toplumların küresel düzeyde kaybetmesi kaçınılmaz ve bunu Fransa’ya bakarak öğrenmek üzücü; ama öğrenmek her zaman mümkün.