Kıtalar üzerinden dünyayı anlatan tarihçilere göre Türkiye; ‘dünyanın merkezi’nde yer alır. Asya, Afrika ve Avrupa’dan ibaret görülen merkez kıtaların kalbi, Ural dağları ile çizilir, Anadolu yaylasıyla devam eder ve Orta Doğu’da Arap Yarımadası ile biterdi. ‘Heartland’ ismi verilen bu kısım, dünyanın kalbiydi… Tüm Asya üzerinden gelen İpek ve Baharat yolları ile Afrika’da gelen Altın yolu bu güzergahta kesişirdi. Bereketin ve ticaretin haritası, dünyanın kalbinde buluşurdu… Bu coğrafya aynı zamanda kutsal metinlerin geçtiği ilk uygarlıkların yeriydi.
Bu durum, 1918’e kadar böyle devam etti. 1. Dünya Savaşı sonucu üç büyük imparatorluk çökerek yerlerine yatışmazlıklarıyla günümüze kadar süren ulus devletçikler kurudu. Avusturya- Macaristan imparatorluğunun yıkılışı, ırkçılık ateşiyle düşmanlaşacak Avrupa’yı işaret ediyordu. Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışı ise hem Balkan hem de Orta Doğu krizleri anlamındaydı ki, halen yıkılan Devlet-i Aliye’nin yol açtığı sarsıntılar yatışmamıştır. Çarlık Rusyası İmparatorluğunun çöküşü ise, Sovyetik Doğu Bloku’nun kurulması ve bugüne kadar halen yatışmayan Kafkasya artçı krizleri anlamındaydı.
Hasılı kelam, 1. Dünya Savaşı sonrasında, yaşlı gezegen ciddi anlamda bir ‘kalp krizi’ yaşadı. 24 yıl aradan sonra 2. Dünya Savaşı çıktı. Pek çok tarihçi buna ‘1.Dünya Savaşı’nın devamı’ der. 1948’de savaş bittiğindeyse, bugün Orta Doğu dediğimiz ‘kalpgah’ta, Okyanus ötesinden gelen ABD’yi buldu insanlık. İsrail’i aldığı sıkı himaye çadırıyla, 1948’den bu yana, dünyanın merkezine oturdu ve kendi bildiği şekilde dizayn etmekle meşgul ABD.
ABD’nin kadim dünya haritasında yer edinmeye dair bu iştahında tek imkan İsrail değildi fakat… İsrail’den sonra Orta Doğu’daki ilk çıpa ülkesi olarak Türkiye’yi belirlemişti ABD. İncirlik hava üssü, emniyet ve mit görevlilerinin maaşlarının ABD tarafından ödenmesi gibi hadiseler eşliğinde düşünürsek, ABD’nin hiçbir coğrafi ve tarihi bağı olmadığı halde 1948’den itibaren Orta Doğu haritalarının içinde nasıl olabildiğini daha iyi anlarız.
Bugün ise ABD’nin her dediğine eyvallah etmeyen, her sözünü kabul etmeyen, kendi etkinliğini kendi politik tavrıyla kurmayı deneyen, başaran, çaba sarf eden bir Türkiye var. Orta Doğu, hala daha insanlığın kalbi. Türkiye bu kalpgahın merkezinde. Dışarıdan kalkıp bu haritaya kendi bildiklerince çeki düzen vermeye çalışanlarsa, başta ABD olmak üzere, Rusya ve Çin gibi, dünya ekonomik ligini elinde bulunduran ülkeler. Yani Türkiye, dünyanın merkezinde kopartılan bu pervasız kavgada, aslen ev sahibi ve yerli ülke konumundadır.
Kimsenin; “Türkiye, hükümet zoruyla bu savaşa niçin sokuluyor” deme lüksü yoktur. 1. Dünya Savaşı nasıl ki imparatorlukları yıkıp ulus devletleri kurduysa, bugünkü Ticaret Savaşları da ‘bölgeselleşme’yi kurma peşindedir. Bölgeselleşme, küreselleşmenin ardından gelen bir süreçtir ve turbo kapitalizmin kendine açmayı planladığı serbest bölgeleri hedefler. Bozgunculuklarına vekalet çıkartılmış terör şebekeleri, yeni kullanışlı bölgeler açabilmek için önce yerli halkı imha, tecrid ve sürgüne tabi tutarak, ‘arındırılmış bölgeler’ açmaktadır. Libya, Somali, Irak ve Suriye örneğinde olduğu gibi…
Türkiye, küreselleşme senaryosundan sonra bölgeselleşme senaryosuna evrilen dünya ticaret savaşlarında, başlıca hedef ülkelerden birisidir... Bu yüzden, ne şiş yansın ne kebap diyerek Suriye’ye sırtını dönemez. Ne ABD’nin ne Rusya’nın dost olmadıklarını da gayet iyi biliyoruz.
Türkiye’nin kurmak için canla başla çaba sarf ettiği strateji, dolayısıyla bir eksen kayması veya Ortadoğu’laşma değildir. Dünyanın merkezinin, ‘kalpgah’ının; selametli, itidalli, usuletli, suhuletli olmasıyla ilgili bir duruş bu…