AK Parti iktidarlarıyla ortaya çıkan çarpıcı gelişmelerin başında, dış aktörlerle Türkiye’nin ve Türkiye’deki farklı unsurların kurduğu ilişkideki yapısal kırılma geliyor. 2002’de iktidara geldiğinde bir dış politika krizi içerisine doğan AK Parti, süreci eldeki bütün imkânsızlıklara karşın belli taktiksel hamlelerle yönetebilmeyi başarmıştı.
Hem de 11 Eylül sonrasında, içerideki vesayet rejiminin kafa dengi olarak gördüğü küresel dalga ile tesis ettiği zihinsel akrabalığın oluşturduğu baskıya rağmen, Türkiye işgalin parçası olmamıştı. O günlerden bugünlere, dışarıdaki aktörler ile içerideki aktörlerin ilişkileri açısından, Mart 2003’de takılıp kalmış bir takvim var karşımızda.
7 Haziran Seçimleri, ortaya çıkan bu zihinsel akrabalıkları ve aleni ittifakı görmek açısından yeterince öğretici oldu. 2003 Irak işgaline dâhil olmamanın faturası yıllarca küresel merkezlerden “eksen kayması” ve “İslamcılık” tartışmalarıyla manipüle edilerek ödenirken, özellikle Arap isyanlarıyla beraber yeni bir dalga ortaya çıktı.
Bütün Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da, Batılı aktörlerin tam teşekküllü desteği eşliğinde, açıktan ve sert bir şekilde İslamcıfobik, kamuflajlı ve daha üsluplu bir şekilde ise İslamofobik dalga yükseltilmeye başlandı. Bu yeni durum, Türkiye’de varoluşsal farklılıklara sahip olduklarını iddia eden kesimlerin, seküler bir platformda hızla ve fazlaca bir huzursuzluk yaşamadan bir arada durmalarını sağladı.
Bir anda katil-maktul ilişkisine sahip olduğu farz edilen kesimleri, yabancı başkentler üzerinden gayet başarılı bir şekilde birbirleriyle haşır neşir olurken görmeye başladık. Bu dönem boyunca AK Parti, Erdoğan ve Davutoğlu da, olabilecek en pespaye ve sırıtan şekilde araçsallaştırıldı.
Başka bir deyişle, Türkiye’ye karşı sürdürülen düşmanlığın meşruiyeti AK Parti’ye, Erdoğan’a ve Davutoğlu’na savaştan alındı. 2006’da başlayan salvolar, farklı frekanslarla ama hiç kesilmeden bugüne kadar devam etti.
Aynı dönem içerisinde, kendileri adına Türkiye’de nöbet tutanların düzenine çomak sokulup tasfiyeler yapıldıkça, medyatik dezenformasyonun ve düşmanlık dilinin dozajı da arttı. Burada tekrar altı çizilmesi gereken husus, Erdoğan ve AK Parti düşmanlığının başından beri tek anlamının Türkiye karşıtlığı olduğudur.
AK Parti’nin Türkiye’de iktidar olmasına karşın küresel anlamda muhalefette olması, diğer siyasi partilerin ise Türkiye’de muhalefette olmalarına rağmen yıllardır küresel anlamda iktidar gibi davranmaları sorgulanmaya muhtaçtır. “Yurtta muhalif cihanda iktidar” formülünün fazlaca görünen türden olmadığı ortadadır. Benzer şekilde, “yurtta iktidar” olan aktörlerin dünya sisteminde alacakları pozisyon eğilimlerinin “cihanda muhalif” olması da hiç yaygın değildir.
Bu veçheden bakınca, hem AK Parti’nin anlamı üzerine hem de muhalefetin son tahlilde oynadığı rolün mahiyeti üzerine klişeleri aşan bir okuma yapılabileceği görülür. Küresel manipülasyonun 10 yıla yakın bir zamandır Erdoğan’a, AK Parti’ye ve Davutoğlu’na bu denli sistematik saldırılarını; Türkiye içerisinde bilinçsiz olanlar tarafından basit bir kişiselleştirme aracına, bilinçli olanlarca ise Türkiye’ye düşmanlığın kamuflajına dönüştürüldüğünü görmek gerekiyor.