Tanzimat'tan ve özellikle de 1909'dan beri kesinlikle, yol verilen bir kadro yanında, bu kadroyu doğal haliyle zorlayabilecek güdümlü muhalif bir kadro da her zaman hazır tutulmuştur. Yani "maçın iki takımı da yedekleri de alt yapı sistemi de" kurgulu yapının elemanlarıydı. Bu dairenin dışına çıkan elbette olmuştur ancak ya 'haddi bildirilip' kıyılmıştır ya da nefesi yetmeyip havlu atmıştır. Bunu denklemin, bilinen-gizlenen x'leri olarak hatırda tutmayı bir an evvel öğrenmeliyiz.
Hayatta karşılaştığımız absürt durumlar vardır. Akıl ölçüsüne vursanız anlamlandıramadığınız, vicdan ölçüsüne koysanız tartamadığınız... Sağından baksanız olmayan, solundan baksanız olmayan cinsten şeyler...
Türkü ifadesiyle: "Hangi bağın, bağbanısan, gülisen, aldın aklım, ettin beni delisen amman"
Kızılderililere ithafen zikredilen bir klişe olan; "Bir derede iki kurbağa kavga ediyorsa, bileceksin ki oradan uzun bacaklı bir İngiliz geçmiştir." sözü de hatırımızda olmalıdır.
Biz Müslümanlar, Allah'tan gayrıyı en baştan reddederek, vakarlı bir doğruluşla, kıyama duran erleriz. Böyle olmamıza engel her olguyu, münkir, münafık, fasık, vb. der, yerli yerine oturtur, kıyamımızı bozmayız. Bu duruşumuzu bozacak saiklerden uzak durur, Allah'ın huzuruna, alnımız ak varabilmenin kaygısıyla, kendimizi zinde tutma gayretinde oluruz.
Adı, Temel, Ahmet, Ali vs. her ne gerekçeyle olursa olsun, dini inancından dolayı tesettürlü insanların umutlarını, hayatlarını yitirdiğimiz yüz binlerce evladımızın keyfini el'an bile sürmekte olan bir güruh ile ballı börek bir hale düşmüşlerse, onları sarsmamız gerektiğini vazife bilelim.
"Kuzularımızı ye, çobanla yas tut, sürü sahibiyle ağla!" rolünü oynayan bir güruhla, nasıl bir ruh haliyle, karşımıza çıkarlar?
Rahatsızlığı siz tanımlayın kardeşim, siz dile getirin, kendi kavganızı çıkarın, kendi naranızı atın; bu nedir?
Siz karşı tarafın ordusunda kurmay olunca, üç asırlık hesaplaşmaya engel oluyorsunuz?
Biz, düşmanı, işbirlikçiyi, gafili-haini tanımladık, Tanzimat'ın, 1909'un kurgulu yapısının elamanları olmayın!
Osman Sınav'ın son dizisine epigraf yaptığı "keskin basiret, keramete nal toplatır" akl-ı kemaline ulaşmaya yakınız, sis yapmayın, karartmayın, sillemizi yumuşatmayın!
Girdiğimiz yüzyılın, kendi ayaklarımız üzerinde, kendi irademizle yön almasını istiyoruz; ufku karartmak adına zihinleri bulandırmayın.
Lüzumsuz merhamete düşmek istemediğimiz 'sorgu'larımız var bizim! Zor zamanlarda, öne çıkan herkese omuz vermiş bir toplumuz biz. Aynı masada oturup sözde ortaklık yaptığınız, aslında kuyruk olduğunuz insanların cellatlarınız olduğunu görmezden gelemezsiniz!
Bu toplumun kimin kaç kırat ettiğini gösteren ölçekleri her zaman vardır.
Başörtüsü kavgasının hep selamette olan yanını gözeten üçkağıtları analiz etmişiz. Zulmün kırbacı narin bedenlerinde şaklarken, cübbesinin içine saklanmaya mecbur kalan kızcağızlarımızı öne atıp, onların örtülerinin altına saklanan sahtekarları teşhis etmişiz biz!
Saflarına girip düşmanlarını-hainlerini setrettiğiniz güruhun, size zerre kadar değer verdiğini mi düşünüyorsunuz?!
Bir asırdır, dinimizin emri ve şiarı olan başörtüsüne, siyasal simge diye ambalaj tanımı koyup, zulme kılıf arayanların, bugün sahte tövbelerini Allah adına siz mi kabul ediyorsunuz?!
Gerçek bir nedamet gösterseler bile, 'hakkın hatırı âlidir', siz kim adına kimi setrediyorsunuz?
Bir asırdır bu coğrafya insanının 'bedel ödemiş süsleriyle' gözlerini boyayanlarla bir olup, başörtümüzü uçan halı yapıp uçtunuz!
Siz şimdi kalkıp bu insanlarla birlikte "dini inançları gereği başörtüsü kullanan insanlara özgürlük" veren bir yasa teklifinin karşısında durup, aynı metnin altına ortak imza atıyorsunuz.
Ham hayaller, ham düşünceler peşinde koşup hem bu dünyanızı hem de ahiretinizi feda etmeye değer miydi?
Biz Müslümanlar, hakkın baskülünde kendimizi sürekli tartar dururuz; sizi dara olarak düştük bilesiniz.
Bu kez, umudumuzu, hayallerimizi, emeklerimizi kimseye yem etmeyeceğiz!