Her varoluşun öncesinde, ilkin söz vardır. Bilahare söz beden bulur, keşfedeceği imkanlar bağlamında... Kimlikler de böyledir, evvela kanayan yaralarımıza bakarız, kelimeler ve ‘anlatı’ oradan çıkar. O anlatı, yeryüzünde bir ev arayıp durur kendisine... Bedenleşmenin imkanını kovalar yaşam içinde, hep tetikte bekler...
Suriye’deki iç savaş ve sonucunda çıkan otorite boşluğu, Kürt kimliğine ‘Rojava’ deneyimi üzerinden ‘Kürdistanî’ hedef için, önemli bir bedenleşme imkanı sundu. Çözüm Süreci için Akil Heyet olarak yola çıktığımızda böyle değildi. Silah bırakması barışın ön koşulu olarak görülen örgüt, Kobani’de yaşananlarla birlikte, enerjisini Suriye Kuzeyine yöneltti. Söylem ve ufuk, toprak imkanı ile yönetsel deneyim safhasına geçince, Türkiye’nin hemen güney ucunda, hızla yapılandırılan, ‘Kürdistanî’ bir harita çalışmasının içinde bulduk kendimizi...
Türkiye bunun ne kadar dışındadır?
1- IŞİD’in batıya doğru püskürtülmesiyle birlikte 3 Kürt kantonu arasındaki engel kalkmış gözüküyor. Uluslararası desteğin de verdiği güçle, Arap ve Türkmen nüfustan da arındırılan, yeni Kürdistanî haritayla karşıkarşıyayız. Çok konuşulmasa da, IŞİD karşıtlığı üzerinden PKK/ PYD çizgisinin Batı ile kurduğu pozitif temas, uzun yıllar terör gerekçesiyle dışlanmış bu örgütsel yapıların, fiili anlamda tanınması sonucunu taşıyor... Batı’yla IŞİD karşıtlığı üzerinden kurulan bu temas ve işbirliği, Türkiye’nin uzun yıllardır dünyaya sunduğu ve en azından diplomatik resmi mahfillerde destek de aldığı PKK ve terör ilişkisine dair önemli dosyayı, giderek önemsiz hale getirmektedir.
2- Suriye’deki iç savaş ve otorite boşluğu, insanlık krizi haline dönüşmüşken, tüm dünyanın gözü önünde süren bu vahşet, Suriye halkından sonra en yoğun biçimde Türkiye aleyhine sonuçlar vermiştir. Resmi rakamlarla 2.5 milyon göçmen, hem hükümetin hem de halkımızın dayanışmacı kabiliyetleriyle ülkemizde barınmaktadır. Bugün dünyanın en zengin ülkeleri için bile 2.5 milyon göçmen ciddi ekonomik ve sosyal buhran anlamlarını da taşırken, Türkiye gibi ekonomik açıdan çok daha mütevazi bir ülkenin, Suriye’nin bu ağır yükünü çekiyor oluşu, ciddi olarak hiçbir diplomatik masada dile getirilmemektedir. Yani dile gelmeyen bir şekilde, Türkiye bu iç savaşın en ağır bedelini ödeyen ülkedir...
3- Dünya lobilerinde Türkiye aleyhtarı kampanyayla IŞİD destekçisi izlenimi verilerek itibarsızlaştırılmak, yalnızlaştırılmak için her türlü yolun denendiğini hep birlikte görüyoruz. Utanmazca yönlendirilen algı operasyonları, uluslararası istihbarat ağıyla Türkiye karşıtlığını bilinçli bir şekilde ikame ediyor.
4- Sykes-Picot anlaşmasından Suriye krizine kadarki dönemde bölgedeki haritalaşmayı çizen muktedirler, şimdiye kadar kendi sözlerini dikte ettirebilecekleri karton devletler aracılığıyla işlerini görmekteydi. Suriye kriziyle birlikte aniden zuhur eden ve adeta laboratuvar şartlarında klonlanmış IŞİD’in devreye sokulmasıyla birlikte, 2. Sykes-Picot devresine geçilmiştir. Artık kukla devletler değil, modern iletişim ve istihbarat güçleriyle devrede olan örgüt ve örgütler sözkonusudur.
Bu şartlar altında sorulacak soru; Türkiye Suriye’ye girecek mi değildir... 2.5 milyon insanıyla Suriye zaten Türkiye’ye girmiştir.
Kürdistanî hedefin, ‘Kuzey Kürdistan’ olarak ifade ettiği kısım, Türkiye haritasını işaret ettiği sürece, barış imkanı nasıl gerçekleşecektir. Esas sorun bu...
AKPartinin yüzda 41’lik başarılı sonuca rağmen, doğu ve güneydoğuda yaşadığı hezimet, bu yüzden sadece bir partiyi ilgilendiren bir istatistik değildir.
5. Suriye politikası yeni şartlar altında güncellenmelidir. Otoriter bir devletle diplomasi ve siyaset yoluyla inişli çıkışlı olsa da bir şekilde ilişki kurmak (ilişkisizlik de dahil), otorite boşluğunda doğmuş veya palazlanmış cani ve uzaktan güdümlü örgütlerle uğraşmaktan çok daha evladır.
6. ‘2002’deki fabrika ayarlarına dönelim, çokça İslam vurgusu yaptık’ diyen Batı’daki tuzu kuru arkadaşlarımız, ipin ne kadar inceldiğini hatta koptuğunu farkında değiller... İslam’dan, hatta İslam olmayan yerli söylemlerin de dahil olarak asırlar boyu binbir emekle kurduğu, kalbe işlemiş hikmet dilinden, ruhumuzdan, kalbimizden başka bir ip kalmadı, yok orada...