Ben doğarken meşhur Zilan katliamının üzerinden otuz kadar yıl geçmişti. Etrafta ne isyancılar vardı ne de rutin ve sık devriyeler dışında, onlarla mücadele eden güvenlik kuvvetleri. Ama destanlar dolusu, bilincin heybelerinden taşan kan kırmızı hikayeler vardı, iniltili, ah-u vahlı, kanlı, yaralı, hüzünlü, kederli cinsinden. O hadiselerde babasını, kardeşini, gelinini, nişanlısını, kızını, oğlunu, kocasını, karısını kaybetmiş nicesinin hikayesini dinlemiştim. Hüzünlü insan hikayeleri.
O yüzden ne zaman "Kürt sorunu" gündeme gelse, az önce tepişen fillerden sonra ezilen, gövdesi kırılan çimlerin hüzün verici doğrulma çabası, çırpınışı ya da boylu boyunca yere serilişi canlanır gözlerimde. Olaylara "insan" odaklı bakmayı kendime şiar edinmişim o nedenle. Konuya ilişkin olarak yazdığım ilk kitabımın adının "Kürdinsan" olması da bundan dolayıdır. İşin siyasal, yönetsel, taktiksel, stratejik, güvenlik vs. boyutlarını düşünen, düşünmesi gereken, ona göre önlemler alan, alması gereken veya tavsiyelerde bulunan mekanizmalar var nasılsa. Ben bu sırada, travma yaşayan, kolu kanadı kırılan, bir çim misali bedenen ve ruhen ezilen, yerlere serilen insanları düşünmeliyim dedim. Çünkü yüceltilen idealler gürültüsünde en çok ihmal edilen, en çok görmezden gelinen insandır, insanî değerlerdir. Her nereye gitsem, insana dair hikayelere kulak kesilirim, mevcut çatışmalı süreçlerin insan üzerinde yaptığı tahribatlara odaklanırım ben de.
Birinci çözüm süreci günlerinde, birkaç gazeteci, yazar ve akademisyen ile birlikte bir konferans için bölgedeki şehirlerden birine gitmiştik. Şehrin ileri gelenlerinden biri, bizleri dağ manzaralı evinde kahvaltıya davet etmişti. Şehrin valisi de vardı aramızda. Bulunduğumuz şehir, çatışmalı sürecin merkezinde yer alıyordu. O yüzden, karşılaştığım herkesten o süreç içinde gelişen, insana dair hikayeler dinlemeye çalışıyordum. Beklediğim hikaye bizzat vali beyden geldi. Dindar kimliğimden dolayı ilgimi çekeceğini düşünmüş olmalı ki bana dönerek "yapılan bir ankete göre bu şehirde ateist oranı %15 civarındaymış" dedi. Zan edersem vali bey, Marksist-Leninist terör örgütünün bu bağlamda etkili olduğunu anlatmaya çalışıyordu. "Vali bey, bu rakam normal değil" dediğimi hatırlıyorum. Ciddi araştırma ve istatistik kurumlarının elde ettikleri ve başka araştırmalarca doğrulanan çalışmalara göre, dünya genelinde ateist oranı %2,5-3'ü geçmiyormuş, diye eklemiştim. Orada bulunanlardan biri araya girerek "dünya çapında doğruluğu kanıtlanmış böyle bir orana rağmen, bu şehirde bu denli yüksek bir oranın çıkması, bu tutumun samimi bir inançtan, ikna edilmişlikten ziyade bir tepkisellikten kaynaklandığını gösterir" demiş ve sonraları silahlı kuvvetlerin bünyesinden ayıklanan bazı grupların uygulamalarından örnekler vermişti. Vali bey, terörle mücadele eden güvenlik kuvvetlerinin halka karşı sergiledikleri insanî tutumdan örnekler vererek örgütün İslamsızlaştırma propagandasının etkili olduğunu söylemişti. O sırada ben, Zilan sürecinde insan hasadı yapanlar, şimdi de İslam hasadı yapıyorlar diye düşünmüştüm.
Geçenlerde ABD'ye, özellikle İsrail'e "Kürtleri Müslüman Araplardan, Müslüman Türklerden, Müslüman İranlılardan kurtarın" diye yalvaran, dil döken birilerine ilişkin bir haber okuyunca, Kürt sorununun artık bambaşka bir boyuta taşındığını ve bu boyutun çok daha ölümcül olduğunu düşündüm.
Kürt sorunu bağlamında insanımızı travmadan kurtarmak bir zorunluluktur. Eğer insanımız İslamsızlaşmaya yönelirse, asıl kaybedeceğimiz gün o gündür çünkü.