Hele de Batı Avrupa ülkelerinde ve bilhassa İsveç ve Danimarka'da son yıllarda giderek artan İslâm düşmanlığının geldiği noktaya evvelki gün bir yenisi; bu ülkelerin yöneticilerinin Kur'an-ı Kerîm yakmak şeklindeki çağdaş ilkelliklere 'ifade özgürlüğü' adına izin vermeleriyle, bir saldırı halkası daha eklendi.. Bu ilkelliğin baş sorumlusu, o alçaklığı yapan ve zâhiren, 1-2 kişi şeklinde gözüken saldırganlar değil; muhakkak ki, herkesten önce, o ülkelerin, o ilkelliklere göz yuman yöneticileri ve sonra da o yöneticilere destek veren, itiraz etmeyi akletmeyen kitleleridir.
Bir takım -kelimenin tam mânâsıyla- 'manyak' kişiler, Kitab'ımızı yakarak, bizi korkutacaklarını sanıyor olmalılar. Bilmiyorlar ki, biz inancımıza daha sağlıklı bağlanmak konusunda daha bir bileyleniyoruz.
Elbette hınçlıyız, ama, hıncımızı, inancımıza göre frenlemenin daha bir gerekli olduğu bir zaman dilimindeyiz ve ferdî çıkışlar yerine, müslüman halklar, gereken en haklı ve en etkili tavır ve tepkileri göstermeleri için başlarındaki yöneticileri harekete geçmeye davet etmelidirler. Bu, tek bir devletin değil, bütün müslüman toplumlarındaki devletlerin üzerine düşen bir vazifedir.
Bu gibi konularda 'küffâr'ın güç gösterilerine rağmen, onların kalblerinin şerhâ şerhâ olduğunu bize Kur'an da bildiriyor.
Bu konuda ilginç bir örneği hatırlayalım:
İran'da, İslâm İnkılabı Hareketi Şahlık rejimini devirdikten sonra, Amerika, içerdeki entrikalarına daha bir hız vermişti. Ve İnkılabçı güçler, Kasım-1979'da yüzbinler halinde ve 'Tekbîr'ler getirerek, Tahran'daki Amerikan Büyükelçiliği'ni kuşatıp, bütün gizli belgeleri ele geçirmiş ve Amerikalı 54 adet de diplomat/ casusu da rehine alınıp, ülkenin meçhul noktalarına götürdüler.
Amerikan emperyalizmi çaresiz kalmıştı. En azından o diplomat/ casuslarını kurtarmak istiyordu, ama, her birisi İran içinde dağıtılarak gizli yerlere götürülmüşlerdi. 444 gün süren rehine alma konusunda o dönemin Amerikan Başkanı Jimmy Carter, hâtırat'ında, 'Bir çare olarak Tahran üzerine bir atom bombasıı atmayı bile düşündük.. Ama, sonra, bu nükleer güç kullanımından sonra, ortaya Amerika'nın bütün Müslüman coğrafyalarından kovulması gibi bir sonuç çıkacağı korkusuyla vazgeçtik' diyordu, özetle..
Bugün de, Kur'an-ı Kerîm yakma eylemleri, her kim tarafından yapılırsa yapılsın, onu yapan-yaptıran güç odaklarının müslüman dünyasına karşı nükleer güç kullanmak ister gibi bir hassas noktamızla oynayacaklarını düşünüp, bunun dünya çapındaki aksülamelinin, sosyal ve kitlevî tepkilerinin korkusuyla, -tıpkı Carter Yönetiminin yaptığı gibi-, ondan vazgeçmek zorunda kalabilecekleri de muhtemeldir.
*
Evet, müslüman halkların başında bulunan hükûmetlerin, topluca bir tepki vermeleri, o alçakça saldırılara izin veren devletleri ve güç odaklarını da çaresiz duruma düşürebilir.
Ama, bu saldırılar, müslüman kişi veya kızgın kitlelerin, gelişigüzel tepkiler vermelerinden ziyade, kesinlikle devletlerin diplomatik tepkileriyle olmalıdır. Ve bu saldırı, sadece Türkiye'ye yönelik değildir. Ama, onlar biliyorlar ki, müslüman dünyasının en hassas stratejik noktalarından birisi, Türkiye'dir.. Ve, bunu, geçen ay yapılan 14 ve 28 Mayıs seçimlerinde, bütün Amerika ve Avrupa güç odakları, Erdoğan'ın kesinlikle seçilmemesi konusunda, o ülkelerin, o dünyanın medya organlarında tutulan tempo sırasında da görmüştük ve amma hamdolsun ki, o şeytanî entrikaları müslüman halkımızın kesin çoğunluğu tarafından etkisiz hale getirildi.. Ama, o şeytanî cebhe, o seçim sonunda ortaya çıkan tablo karşısında daha bir çılgına döndü..
Dün bu konuya da değinen Başkan Erdoğan, Türkiye'yi rahatsız etmek yolunda Avrupa'da sergilenen ilkel saldırılara değinirken, bu saldırıları yapanların, Türkiye'yi ve bütün müslüman dünyasını tahrik etmek istediklerini hatırlatıyor ve, '(...) Bayramın ilk günü İsveç'te mukaddes kitabımız Kur'an-ı Kerim'e yönelik olarak, İslam ve insanlık düşmanlarının, polis korumasında gerçekleştirdikleri provokasyonlarla yapılan alçak saldırı cürmünü işleyenler kadar, buna 'fikir özgürlüğü' kılıfı altında izin verenler, bu alçaklığa göz yumanlar da emellerine ulaşamayacaktır. Türkiye olarak, tahrik siyasetine de, tehdit siyasetine de kesinlikle boyun eğmeyeceğimizin bilinmesini istiyorum. Terör örgütleriyle ve İslam düşmanlarıyla mücadelede tepkimizi en güçlü şekilde ortaya koyacağız. Müslümanların kutsallarına hakaret etmenin 'düşünce hürriyeti' olmadığını, Batılı kibir âbidelerine, eninde sonunda öğreteceğiz." diyordu.
Bu konuda, Fas Hükûmeti'nin, İsveç'deki elçisini, belirsiz bir süre için geri çağırmış olmasını, ümid ederiz ki, Carter'in hatıratında ifade ettiği korkuyu emperyalist güçlere hatırlatacak şekilde, müslüman halkların başındaki bütün devlet ve hükûmetlerce de uygulamaya konulsun..
*
Emperyalist-şeytanî güçler, sadece kendilerini saldırılardan korutmak için teşkil olunan NATO'da, Türkiye'nin 'bekçibaşılık' yapmasını istiyorlar. Tamam, Türkiye'nin 2. Dünya Savaşı ve sonrasındaki yönetici kadroları, Stalin liderliğindeki Sovyet Rusya Komunist İmparatorluğu'nun, o savaşın başında 'A. Hitler Almanyası' ile birlikte olduğu halde, 6 yıllık o savaşın son 3 yılında, Amerika yanında yer alarak, kazanan tarafın sonuçlarından faydalanıp Türkiye'den de, 'İstanbul ve Çanakkale Boğazları'nın güvenliğini sağlamakta ve Kars , Ardahan gibi yerlerde de hak sahibi oldukları' iddialarında bulunması karşısında, Türkiye'nin o şartlarda NATO'ya girmesi anlaşılabilir. Ve Türkiye, NATO'da, Amerika'dan sonraki en büyük askerî güç olduğundan, Avrupa, Türkiyesiz bir NATO'yu düşünemiyorlar, ama; Türkiye'nin, NATO'ya, İslamî değerlere saygılı olmaları konusunda bir tavır takınmasını kabul etmek istemiyor ve hattâ, 'Türkiye'nin NATO'dan çıkarılması gerektiği'ni bile, Hükûmetleri'nde ve parlamentolarında alenen dile getiriyorlar..
Ama, şimdi, kendisini NATO'ya korutmak isteyen İsveç, 'Türkiye'nin müslüman halkının en aslî değerlerine saldırılar' yapılmasına izin verirken, Erdoğan Türkiyesi'nin bu duruma itiraz etmemesini, İsveç'e bekçibaşılık yapması saçmalığını istiyor.
*
Ama, İsveç ve diğerlerini bu konuda cesaretlendirenler, 'İskandinav ülkeleri' deyince, oralardaki halkların ne kadar medenî olduklarını anlatırken, hayranlıktan ağızlarının suyu akan laik ve Avrupa kuklası çevrelerin yaklaşımlarıdır.
İsveç ve benzeri ülkelerde sergilenen bu İslâm düşmanlığı tavırlarına NATO dünyası, kesin bir reddiye getirmezse, bu ilkellikler, İslam'a kaşı açık bir düşmanlık sergilemek için Hristiyan halkları, İslâm'a ve Müslüman dünyasına karşı, düşmanca duygularla doldurmaya yönelik çabaların devamından başka bir şey olmayacaktır. Almanya'da yapılan son kamuoyu yoklamalarının da, halktaki İslam düşmanlığının giderek yoğunlaştığını göstermesi, müslüman halkımız ve onun yöneticilerini de daha bir kararlı hale sevkedecektir.
Ama, müslüman halkımız, Başkan Erdoğan'a, her şeyden önce, kendi aslî değerlerinin bekçiliğinin hakkıyla yapılması için ve onu bu konuda en liyakatli şahsiyet olarak gördüğünden, ona yeni bir 5 yıl için daha yetki vermiş bulunmaktadır. Ve o da bu konunun en kararlı takipçisi olduğunu, bu zamana kadar 20-25 yıldır olduğu gibi, bundan sonra da gösterecektir, inşaallah..
*