Bayern Münih Onursal Başkanı Uli Höeness'in VAR ile ilgili açıklamalarını okuyunca aslında benzer sorunların başka ülkelerde de farklı bir biçimde tartışıldığını görebiliyoruz. Höeness konuyu ofsayt incelemesinin gol sevincine etkisi ve VAR incelemesi ile neticelenebilecek açık ofsayt durumlarında pozisyonun hakem tarafından kesilmemesinin olası sakatlanmalara etkisi üzerinden görüyor. Bizde ise durum son derece vahim. Henüz böylesi ince bir tartışma olgunluğunda değiliz. Bizde VAR tartışması, VAR odasının kozmik bir oda olduğundan tutun da, MHK Başkanının dahi giremeyeceğine, naklen yayına verilen görüntülerin MHK başkanı tarafından kulüp başkanlarına verilmesini ceza kanunu kapsamında değerlendirilmesi gerektiğine varan bir düzeyde yapılıyor. Eski hakem yorumcuları içerden gelen bilgiler ile savcıları göreve çağırmaya kadar vardırıyor işi. Sosyal medyada takım taraftarları konuyu mahkemeye taşıyan tartışmalar içerisinde.
Ben en baştan söyleyeyim; VAR Odasına MHK Başkanı girer. MHK Başkanı VAR odasına giremeyecek ise bu görevi nasıl yapacak? Yayıncı tarafından VAR odasına aktarılan görüntüler devlet sırrı da değil. MHK Başkanı bu görüntüler ile kendi hakemini müsabakada verdiği bir kararla ilgili kulüp başkanına karşı savunabilir. Bu gayet normaldir ve asla bir suç değildir. Esas bunu bir suçmuş gibi lanse etmek, kamuoyunun önünde MHK Başkanını ya da söz konusu kulüp başkanını zan altında bırakmak başlı başına suçtur. Bu boş tartışmalarla işin özünden uzaklaşmaktan başka bir sonuca da varılmıyor. Aslında mesele ülkemizde VAR'ın doğru kullanılıp kullanılmadığı. VAR'ın kullanımı ile müsabaka sonucuna etki eden hakem hataları ne kadar azaltılabildi. Meselenin özünde bu olmalı. Hakemlerimizin zaten olmayan eğitimi, mesleki yetersizlikleri bu denli ayyuka çıkmışken VAR'ın onları ne kadar tembelleştirdiğini söyleyen yok. Yine VAR'ın başına geçen, aktif hakemken göstermiş olduğu düşük yönetim kalitesi ile tartışılan eski hakemlerin, VAR sonrası müsabaka sonuçlarına hakemden çok etki ettiğini gören de söyleyen de yok gibi.
Hedef Premier Lig olmalı
Tartışmalar büyürken çözüm önerenin hiç olmaması da dikkate değer. Hakemlik müessesinde köklü bir değişim şart. Belki de Kulüpler Birliği işin daha çok içine girmeli. O vakit eleştirecekleri, şikâyet edecekleri bir merci de kalmayacak. Yine hakemlerin eğitimi, ölçme ve değerlendirmesi işinin içine de Kulüpler Birliği dâhil edilebilir. Bu durumda hakemlerin eğitim ve istihdam yatırımı da Kulüpler Birliği tarafından sağlanarak hakemlerin patronunun Kulüpler Birliği olması sağlanabilir. Ha diyeceksiniz ki Kulüpler Birliği bu işin üstesinden gelebilir mi? Neden olmasın? Gerçi ihalelerine Kulüpler Birliği taraf olduktan sonra naklen yayın bedeli neredeyse 10 kat azaldı ama hiç değilse şikâyet edecekleri bir merci kalmadığından kulüpler sesini çıkaramaz oldu. Hakem işine Kulüpler Birliği girdikten sonra da hiç değilse kulüplerin ve dolayısıyla taraftarların sesi çıkmaz, futbolda bugün olmayan huzur ve güven ortamı yeniden geri gelir. Durum bugünkünden de kötü olmaz. Hatta belki de daha iyi bile olabilir.
Futbolun geleceği de dünyada bu yönde gelişiyor. Kulüpler Birliği, Lig A.Ş. fikrini bir ara çok dillendiriyordu. Hedef Premier Lig benzeri bir yapının Türkiye'de kurulması, liglerin ticari haklarını bu yapının yönetmesiydi. Bu modelde TFF sadece milli takımlar ve alt yapının geliştirilmesi ile meşgul olacak, hakemlik tamamen bu yapı altında profesyonel olarak yürütülecekti. İngiltere, Almanya, İtalya, Fransa bu yönde ilerlerken Türkiye'de hiçbir gelişme olmadı. Tam tersine yeni yasa ile bırakın ticari hakların Kulüpler Birliği tarafından yönetilmesini, neredeyse TFF'nin ve tüm kulüplerin yönetimi devletin denetimine girdi. Sayın Aziz Yıldırım, Kulüpler Birliği başkanıyken Lig A.Ş.nin kuruluşu konusunda uzmanlar buldu, görüşler aldı ve bir yola çıktı. Onun başlattığı süreç 3 Temmuz ile bir daha konuşulmamak üzere kapandı. İpler kulüplerin eline geçecekken tam tersi yönde gelişme ile inisiyatif neredeyse tamamen devletin eline geçti. Avrupa Kulüpler Birliğinin yönetim kurulunda üye olan Sayın Ali Koç aynı zamanda Kulüpler Birliğinin Başkanı bu konuda yüksek sesle olmasa da Aziz Yıldırım'la benzer düşüncelerini zaman zaman açıklıyor. Kulüp sahipliği de derinden derine tartışılmaya başlandı. Bu iki dinamik bir arada gelişirse bakarsınız Türk Futbolu sözde değil gerçekte Avrupa'nın beş büyük liginden biri olabilir. Ya da futbol yeni yasa ile görünüşte özerk aslında tam bir devletleştirme modeli ile özerklik öncesi günlerini mumla arar. Bakalım gelişen dinamikler bize nasıl bir futbol dünyası gösterecek?