Boğaziçi Üniversitesinde gençlerin okuma eğilimleri üzerine yapılmış bir araştırmada okumuştum: Hatırat, gençlerin okumayı sevdiği türlerin başında geliyordu... Hem şaşırttı, hem de umutlandırdı bu eğilim beni.... Aslında bakarsanız okumak bir yana hatırat yazma, Şark'ın çok benimsediği bir aktarım yolu değildir ve bu yüzdendir belki, pek çok değerli bilgi, detay, hatıra uçup gitmiştir bizde.
Oysa kişisel arşivler ve hatırat'lar, tarih bilgisine kattıkları önemli detaylarla, bizlere yeni ufuklar kazandırırlar. Aile evrakı, üst soydan intikal eden kütüphaneler, fotoğraf arşivleri, plak, çini, mücevher, heykel, tablo, giysi gibi çeşitli obje koleksiyonları, tarihin kuru bir anlatıdan çok daha fazla, bir medeni birikim olduğunu söylerler. Söze ve nakil üzerinden sürdürülen kültürel belleğe yaslanmış bir toplumuz... Devletin kurumsallaşmış yazılı bellek inşa etmeye dair refleksini, kişisel dünyalarımıza yansıtmakta çok daha gecikmiş bir yapımız var. Bu bağlamda yakın tarihimizin bile resmi anlatı dışında sisler altında oluşu, tarihi hikayemizi anlayabilmemiz konusunda ciddi handikaplarımızdan...
Bizde devlet arşivleri, 1845 yılında Sadrazam Mustafa Reşit Paşa'ın Hazine-i Evrak'ı kurdurmasıyla bugüne kadar devam eden titiz bir sistematikle temayüz eder. Kişisel veya aile arşivleri ise, çoğu kez Saray mensupları veya soylu ailelerin nesilden nesile aktardıkları objelere veya koleksiyonerlerin, kuyumcuların, antikacıların topladığı belge ve eşyalara dayanır. Bunları ortaya çıkartmak, zamansal dizin ve anlam bütünlüğü içinde bir araya toparlamak ise kuşkusuz hem profesyonel tecrübeyi hem de merak ve inancı gerektirir. Her ne olursa olsun, kişisel arşiv çalışmaları ve dönem tanıklığı olan kişilerle gerçekleştirilmiş nehir söyleşiler; resmi tarihe has düz anlatıyı, kişiselden toplumsal olana aktarım hareketiyle, insanileştirir.
Tarihin akışındaki tüm hatıralar aslen sessiz ve unutulmaya muhayyerdir. Unutkanlık selinden kurtarabildiklerimizle, tarihin aydınlığı artar, söyleyeceği sözler çoğalır, anlatılar dünyası zenginleşir. Geleceğe dair kuracağımız perspektifler, böylece yaslanacakları ciddi gerekçeler kazanır. Büyük medeniyetlerin kelimeleri ve kavramları çoktur, hatırlaları hafızaya, bilgileri bilince dönüştürebilen harmonisiyle, soylar üzerinden intikal eden gelenekler aslen aktarımlar aracılığıyla kurulur.
Tarihin öznesi olarak insan, dün ile bugün arasındaki bağlamı mayalarken, arşivler de, tarihe ruhunu fısıldayan öğretmenler gibidir. Bu bağlamda geçtiğimiz yıllarda Zeytinburnu Belediyesi'nde sergilenen "Kültür ve Sanat Hayatımızda Ebüzziya Ailesi" adlı etkinlik, sergilenen fotoğraflar ve tertip edilen kitap hemen aklıma gelenlerdendir mesela..
Matbaacılığımızın tarihi her ne kadar İbrahim Müteferrika ile başlarsa da, bizdeki asıl matbaa gayreti ve atakları, 1881 yılında Mehmet Tevfik Bey tarafından kurulan Matbaa-i Ebuzziya ile başlar. Mehmet Tevfik Bey, 'Ebüzziyâ' ismini 1876'dan itibaren eserlerinde mahlas olarak kullanır. Gazeteci, editör ve yayıncı olmanın yanı sıra, yazar, şair, siyaset adamı, matbaacı, grafiker, ressam, reklamcı, seramikçi, halıcı, peyzaj mimarı, dekoratör, hattat, ince marangozluk gibi mesleklerin de erbabıdır.
Ebüzziya Tevfik Bey ile başlayan ailenin üç kuşak boyunca süren, basın-yayın ve siyaset serüveni, aslında son 150 yıllık Türkiye'ye dair tanıklığı içerir. Beş padişah; Sultan Abdülaziz, Sultan V. Murat, II. Abdül- hamit Han, Sultan Mehmet Reşat, Sulatn Vahdeddin ile Cumhuriyet döneminde Atatürk ve İnönü devrini görmüşler; 93 Harbi (1876 Osmanlı Rus Savaşı), İtalyan Harbi, Balkan Harbi, I. Dünya Savaşı, İstiklal Savaşı ve II. Dünya Savaşını yaşamışlar. Pek çok hükümetle çalışmışlardır.
Ebüzziya Tevfik Bey, 1864'te henüz 15 yaşında başladığı yazım hayatında, Namık Kemal ve Şinasi ile tanışması dönüm noktasıdır. Siyaset yaşamları, Yeni Osmanlılar Cemiyeti'ni kurdukları günlerden başlar. 27 yaşında matbaa sahibi olur. 1913'te ölümüne kadar, bütün engellere, sürgünlere, hapislere rağmen Türk basın ve matbaacılık aleminin en parlak ismidir.
Ahmet Hamdi Tanpınar'a göre Ebüzziya Tevfik; bütün hayatını Türk matbaacılığına, gazeteciliğine ve inandığı insanların hâtırasına vakfetmiştir. Ebuzziya Tevfik bey, 'bizde öteden beri hâtıraları muhafaza etmek hususundaki kayıtsızlık an'anesinin ilk defa dışına çıkmış bir muharrirdir."
Bu arada öğrencilik günlerimde Türk Edebiyatı Vakfı sohbetleri aracılığıyla tanıma ve dinleme fırsatı bulduğum Ebuzziya Ailesi'nin karakteristik fertlerinden, 1994 yılında kaybettiğimiz gazeteci ve fikir insanı Ziyad Ebuzziya'yı da rahmetle yad etmek isterim. Hayatları mücadele ve macera ile geçmiş bir ailenin hatıraları, evrak-ı metrukesi, matbuatta bıraktıkları milli izler, elbette geçmişi anlayabilmek açısından önemli yadigarlardandır...
Arşiv ve hatırat, geleceğin sağlam binasını taşıyan, sağlam temeller mesabesindedir...