Hint Müslümanlarının 100 yıl öncelerdeki büyük mütefekkirlerinden Muhammed İlâhâbâdî, dev piramitlerin dış cephelerinde yüzlerini kocaman taşlara freskler yontturup, mezar olarak yaptırdıkları piramitlerin altında ise, mumyalanmış cesetleri teşhir edilen firavunlara değinirken; 'Firavun'ların aklı olsaydı, namlarını ebediyete sonsuzluğa kavuşturacağını zannettikleri dev piramid mezarlar yaptırmak yerine, mektepler açarlardı.' demişti.
İlginçtir, Muhammed Âkif de, 115 yıl öncelerde o piramitler bölgesinde dolaşmış ve o müstekreh sahneleri mısralarında ifade ederken;
'Evet, bütün beşerin hakkıdır, beqaa emeli,
Lâkin bunu ne taş'tan, ne de leş'ten beklemeli..'
demişti. (Bu vesileyle belirteyim, Ankara- Samanpazarı'nda bir M. Âkif heykeli var, Melih Gökçek zamanında dikilmiş.. Melih Bey, eğer Âkif'in yukardaki mısralarını okumuş olsaydı, bu heykeli diktirmezdi, herhalde..)
*
M. Eğitim Bakanlığı'nın, 'Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli' diye, Eğitim konusunda hazırladığı ve incelenmesi için internete koyduğu uzuuun metni okurken.. Bu konular da geliverdi aklıma..
*
'Eğitim' deyip geçilemez elbette..
1930'lu yıllarda dilimizi yabancı kelimelerde arındırmak adına 'dilde türkçülük' hareketi tezgâhlanmıştı.. Hedef başka idi.. Ama, o hareketin de öncüsü olan kişi, İsveç Kralı'nın Türkiye'ye yaptığı gezide, misafir Kral'a hitaben öyle bir konuşma yapmıştı ki, nutkunu ertesi gün gazetede göremeyince yaverine sormuş, o da cebinden o konuşma metnini çıkarıp göstermişti. O metni görünce ise, -Balkan lehçesiyle-, 'Çucukî.. Dille çok oynamışız!..' demiş.. Çünkü, kendi okuduğu konuşma metninde ne dediğini kendisi de anlamamıştı..
O zamanlar, 'Güneş-Dil Teorisi' denilen ve bütün dünya dillerinin 'türkçe'den kaynaklandığına bir saçmalık, toplumumuza hem de en yetkililerce dayatılıyordu.. Alfabe değiştirilerek, geçmiş 1000 küsur yılın hazinelerinden mahrum kalınmakla yetinilmemiş; Türkçe, Farsça, Arapça ve hattâ diğer komşu halkların dilleriyle de zenginleşmiş kadîm kültürümüzün Türkçe dışı kelimelerden arındırılması adına, kaba-saba ve uydurma kelimeler devreye sokulmuştu. Hattâ, o kadar ki, 1935'lerde, Amazon Nehri'nin adı Türkçe 'Amma uzun'dan, Niagara'nın, 'Ne yaygara..'dan, Ottava'nın da 'ot ve tava' kelimelerinden geldiği yazılabiliyordu, resmî ideoloji çılgınlığına göre.. O sırada, 'ilim-irfan öğrenmek' mânasına gelen 'Maarif' kelimesinin yerine de, komik izahlarla, 'Eğitim' kelimesi de icat olunmuştu.
*
'Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli' takdim olunurken, 'Yalnızca medeniyete uyum sağlayan bir nesil değil, etkin olarak medeniyet kurucusu ve geliştiricisi bilge nesiller yetiştirmeyi hedefleyen eğitim felsefemiz doğrultusunda ahlâklı, millet ve insanlık için iyi, doğru, faydalı ve güzel olanı yapmayı ideal edinmiş öğrenci profili modele temel oluşturmak' olduğu vurgulanıyordu.
40-45 yıl öncelerde, ünlü bir Amerikan Üniversitesinde, bir Prof., 'Çocuklar, yarım yüzyıla yakın zamandır, size hep, iyi, doğru, faydalı ve güzel olan bir dünya kurmanız için dersler vermeye çalıştım. Şimdi, emekli oluyorum, bu son dersim.. Bu tavsiyelerimi unutmayın..' der.
Öğrenciler, 'Mr. Profesör, tamam da, iyi, doğru, faydalı ve güzel' olan kavramların kesin bir ölçüsü var mı? Bu kavramlara, herkes kendi inancına, ideolojisine ve dünya görüşüne göre çok farklı mânâlar veriyor. Bunların herkese göre değişmeyen, mutlak sınırlarını nasıl belirleyeceğiz?' derler.
Profesör, bu soru karşısında verecek cevap bulamaz ve 'Çocuklar, anlaşılıyor ki, bunların kesin ölçülerini öğrenmek için, yeniden aranıza gelip tekrar öğrenci olmam gerekiyor..' der.
Sahi, bu 'iyi, doğru, faydalı ve güzel' denilen kavramların kesin ölçüsü herkesin inanç ve ideolojisine göre şekillenmiyor mu?
*
Şimdi, 'Türkiye Yüzyılının Maarif Profili'ndeki model öğrencilerin nasıl olacağı izah edilirken, bir çok hedefler gösterilmiş..
Meselâ, ideal öğrenci için, 'Belâgat sahibi: Dilin inceliklerini , söz sanatlarını ve iletişim becerilerini başarılı şekilde kullanır..
İlme ulaşan: Dünyayı anlama ve anlamlandırma için, bilgiye ulaşmaya istekli bir şekilde ilerler, ilmi ister ve arar..' (...) Kültürel değerler konusunda bilinçli ve duyarlıdır..' (...) Millî kültürüne ve manevî değerlerine bağlı, ülkesinin kültürel ve manevî değerlerine bağlı, gelenekleri ve tarihine saygı gösterir..' gibi ümitler dile getirilmiş..
*
Ve sonra, dersler sıralanmış ve o derslerde nelerin anlatılacağı...
Bu arada, (5,6,7 ve 8. sınıflarda) 'Din Kültürü ve Kur'an-ı Kerim' dersi; (9,10,11, ve 12.sınıflarda) 'Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi', ve yine aynı sınıflarda, 'Peygamberimizin Hayatı' okutulacakmış..
Ama, meselâ 1928'de hem de dârağaçları kurularak yasaklanan, şimdilerde 'eski yazı' veya 'Osmanlıca' denilen alfabeyle ilgili dersler olmadan 'dilin incelikleri, kültürel ve manevî değerler, gelenek ve tarihî geçmiş' nasıl öğrenilecek? Evet, Osmanlıca da artık, kapatıldığı zindanından tahliye edilmeli ve mecburî ders olarak okutulmalı, öğretilmelidir..
Bu arada, bir ders daha var ki; âlemlere şenlik.. Eski komünist ülkelerdeki 'kurşun asker' yetiştirme örneklerini hatırlatan bir şekilde, 'İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük' dersi de 8. ve 12. sınıfta okutulacakmış.
Evet, tarihte, söz gelimi, Selahaddin Eyyubî'nin, Alpaslan'ın, Gazneli Mahmûd'un, Kılıçarslan'ın, Osman ve Orhan Gazi'nin, Yıldırım ve Timur'un, Murad Hüdavendigar'ın, Sultan Fatih ve Sultan Süleyman ve Sultan 2. Abdulhamîd gibi isimlerin, yanlışlarıyla-doğrularıyla anlatılması yanında , son 100 senemizin dokunulamaz ismi de o dokunulmazlıklar zırhından çıkarılıp, ders olarak anlatılabilir.. Ama, resmî ideoloji buna hazır değilse, bu ders, beyinleri şartlandırma ve beyin yıkama ameliyesi değil midir?
*