Ligin akışı içinde, maçın akışı içinde giderek yanıp, yakılıp duran Beşiktaş, ilk yarıda kül oldu, ikincisinde küllerinden doğdu!
Son iki maçını yitirmişti... Beş adamı sakat ve cezalıydı! İlk yarıda rakibinin oyun planının tuzağına kapıldı, sonra da golü yedi geri düştü.
Ama bir şeyi düşmedi Beşiktaş’ın. Büyüklüğünü unutmadı. Sinmedi, ezilmedi, çekinmedi. Oyun kalitesini artıramasa da kazanma isteğini öne çıkardı ve maçı 9 kişi tamamlarken, üç puanı da cebine koydu...
Beşiktaş’ın zorlukları yendiği maçlarda gösterdiği temposu, topu çabuk kullanması, hücuma az pasla giderek rakibin yerleşmesine olanak vermemesi özellikleri hiç yoktu ilk yarıda. Başakşehir ne denli alan daraltıyor, hücumlara kestirmeden hızla ve çok adamla gidebiliyorsa; Beşiktaş o denli çok ve yan pasla oyalanarak, rakibine savunma rahatlığı sağlıyor ve daraltılmış alanları aşma becerisi gösteremiyordu. Bu yüzden hücumda çok izlenen Beşiktaş, ama etkili görülen Başakşehir’di.
Beşiktaş ikinci yarıda olabildiğince temposunu artırıp, kendine hücum yolu açmaya çabaladı. Savunmada da daha düzenli ve uyumlu olabildi. Kanatları kullanamadı. Ama göbekten de Oğuzhan ve Sosa kozlarını tam işletemedi. Oğuzhan da Sosa da hücuma iyi top servisi yapabilen adamlar. Ancak bunu yapabilmeleri için, topu uygun yerde isteyen arkadaşları olmalı. Açılmayan rakipler bu olanağı vermiyor. Yoksa Ba, ikisinin önünde çok daha fazla gol atar. İlk goldeki vuruşu görkemliydi. Kerim’i övmeli mi bilmiyorum. Topla öylesine oyalanıyor ki, çalışkanlığı, direşkenliği, araştırıcılığı ile hak ettiği alkışları bu nedenle alamıyor. İsmail neyi neden yaptığının bilinçsizliği içinde oynamakta hâlâ. Ne tarafa patlayacağı belli değil. İşinin temel öğelerini iyi inceleyip, benimsemeli.