“Ermeni” kozu, yıllardır Türkiye aleyhinde kullanılan vakadır. İki kutuplu dünya zamanında, bunu en fazla Sovyetler birliği sıcak tutma peşindeydi. Ermenistan Cumhuriyetinin resmi forsunda yer alan Türkiye toprağı olan Ağrı dağını “Ararat dağı” olarak dâhil edilmesi, Sovyetler Birliğinin kurulduğu günden itibaren mevcut. “Ermeni diasporası” hem Sovyetler Birliğinde, hem de Batı dünyasında her zaman aranır bir enstrüman oldu.
Sovyetler Birliğinin çöküşünde bile bu enstrüman kullanıldı. Zaman zaman Batı, zaman zaman Varşova Paktının kullanılır enstrümanı olan bu koz Türkiye aleyhinde her zaman sahibi değiştirilerek istifadeye sokuldu. Türkiye’de bu konuya “sorun” olarak bakanlar az sayıda dikkat çekti. Ermenilerin diasporasının ne dediğini önemsemeyen bakış açısı, esasında esas sorunlu alanımız olduğunu göz ardı edemeyiz.
Kendimizden eminiz, doğru. Çünkü soykırım yapmadık.
Lakin Türkiye’nin eli güçlendikçe, siyasi iradesi dünya siyasetinin şekli ve geleceğini etkiledikçe, bu kozun tekrar tekrar gündeme getirileceğini göz ardı etmemeliydik. Hatta bu kozun bunca yıllar sıcak tutturulmasını da sadece Ermeni lobisinin tek başına başarısı olarak yorumlamamamız lazım. Konjonktüre göre kullanışlı olan bu diaspora hikayesi, giderek Türkiye’nin karşısına daha fazla engel olarak sürüleceği açıktır.
Türkiye “tarihçiler konuşsun” diyor. “Arşivler açılsın” diyor. Ama işe yaramadığı için, buna yakın söylem geliştiren yok. Bu durumda Türkiye’de sadece devletten beklenti ile bu sorunun çözümünü düşünmemiz doğru değil. Sivil toplum örgütlerinin, medya ve siyaset kurumlarımızın, savunmadan saldırıya geçmesi gerekmez mi? Şimdi “Ermenistan” ismi verilen toprakların arazisinde, yüz binlerce Türk Müslüman nüfus yaşıyordu. Geçtiğimiz yüz yıl içinde oradan zorla sınır dışı edildiler. “Erivan” ismi verilen Türk şehri İrevan’da, numunelik bile bir Türk yaşamamakta! Bu insanlar nereye savruldu, son 60 yılda. Sovyetler döneminde bu baskıcı siyaset uygulamasıyla, Türkiye ile sınırları olan Ermenistan’da Türklerin yaşatılmaması gerekli idi. Ve Moskova bu sınır dışına ciddi destek verdi. Şimdi ise ABD devrede! Maksat açıktır. Türkiye geçmiş tarihi ile birlikte yeni dünyanın simgesi olmaya namzettir. Ve bu durum yeniden Viyana kapısına kadar gelen Müslüman Türklerin yeniden dirilişi anlamı taşımaktadır. O nedenle PKK ve türevi örgütlerin yanı sıra “Ermeni kozunu” da sahaya sürmeleri doğaldır. Peki, biz ne yapmalıyız? Neden küresel sinema endüstrisini kullanmıyoruz? Neden dünyanın önemli akademi ve üniversitelerinde hiç bu konuda büyük çalışmalar yapmadık? Neden üniversitelerimiz, âlimlerimiz, tarihçilerimiz kendi başına girişimlerde bulunmadı? Evet, ayrı ayrı isimler var ve oldu. Çalışmalar yapan Ermeni yalanını gündeme taşıyan tarihçi araştırmacılarımız vardır. Maalesef ne zaman ki; ABD Temsilciler Meclisinden Demokles’in kılıcı gibi yasa tasarısı tehdidi oluşturulduğunda, bu konuyu ve bu tarihçileri gündeme taşımak aklımıza gelmekte! Neden uluslararası çapta Ermeni yalanlarını açığa çıkaran büyük prodüksiyonlara soyunan kimsemiz yoktur? Çünkü konu haksız yere küçük görüldü. “Ermenilerin ne dediğine bakmayın” demek, yol değildir. Evet, mesele Ermeni yalanını gündemde tutan lobi değil, mesele hem de bugünlerde özellikle bu konuyu siyaseten kullanan küresel güçlerin Türkiye’ye yönelik kozunun zinde tutturulmasına yönelik hamlelerin olmasıdır!
İkinci Dünya Savaşı döneminde Yahudilere karşı yapılanları beyaz perdeye döken binlerce film var. Sadece bu konudaki “Piyanist” filmi bile kaç dalda Oskar aldı. İşte bu Ermeni yalanlarını ifşa edecek enstrümanları devreye sokmak zorundayız.
Bakın sadece “Payitaht Abdülhamit” dizisi nasıl bir etki ve ilgi odağına dönüştü biliyor musunuz? Bu tecrübeyi uluslararası zemine taşımalıyız. Çünkü bizde yalan yok, uydurma yok! Sadece Azerbaycan’da Ermeni çetelerinin yaptıklarını terörizmini ve Asala Ermeni terör örgütünün eylemlerini, şehit ettiklerinin hayat hikâyelerini beyaz perdeye taşısak ve bunu tüm engellere rağmen dünyanın gündemine sokabilsek, yalan makinesi ile kısmen baş etmemiz mümkündür!