Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Kazakistan seyahatinde verdiği “üç dönem kuralı değişmeyecek, parti yönetimi buna göre şekillenecek” mesajı, Ankara’da hesap makinelerinin çekmecelerden çıkarılmasına neden oldu.
AK Parti’de bu tartışmanın iki tarafı var.
Deneyimliler, “Partiyi bugüne taşıyan ve büyüten ekibin tamamen çekilmesi doğru olmaz. Deneyimleriyle yönetimde istikrara katkıda bulunmak için en azından bazı isimler istisna tutulmalı” diyor.
Gençler ise, “O isimlerin yanında yetişen ve 10 yıllık iktidarın en az yarısında deneyim kazanan yetkin isimler de yetişti. Görevi onların devralması istikrar açısından zafiyet olmaz, aksine partiye hareket getirir” görüşünde.
Üç dönemde istisna yapılmaması gerektiğini savunanlar, örnek olarak son üç seçimde milletvekillerinin, parti yönetiminin ve bakanların çoğunun değiştiğini, bunun da her bakımdan olumlu sonuç verdiğini vurguluyorlar.
Kabinede üç dönemini dolduran bakanlar arasında da kendisine istisna uygulanmasını bekleyen yok denilebilir. En azından kamuoyunda öne çıkan 4-5 bakanın “Bu görevleri yapacak çok sayıda isim var partimizde” dediğinin tanığı olan çok sayıda gazeteci var.
AK Parti tüzüğü değiştirilerek “bir dönem ara verenler yeniden aday olabilir” hükmü getirilmesi bir “istisna” gibi yorumlandı, ancak bu doğru değil. Çünkü Başbakan Erdoğan, “AK Parti tüzüğüne üç dönem kuralını koyarken zaten böyle düşündüklerini, ancak bunun o zaman metne yazılmadığını” açıklamıştı zaten.
Bu tartışmalar partililer arasında sohbet havasında yapılıyor. Bu dönem milletvekili seçilenlerden birinin sohbete “Genç vekiller rahatsız” diyerek katılması da gülüşmelerle karşılanıyor.
Siyasetin gölgesinde kalmasın
Başbakan Erdoğan’ın geçen hafta bizim de katıldığımız Pakistan ve Kazakistan seyahatlerine siyasi mesajlar damgasını vurunca, ziyaretlerin ana konusu olan ekonomi gölgede kaldı. Oysa Pakistan ve özellikle Kazakistan’da Türk şirketlerinin yaptığı eserler göz kamaştırıcıydı. O manzara, geçen yıl Fas’ta otoyol inşaatında gördüğüm MAKYOL yazılı iş makinelerini hatırlattı bana. Orta Asya’dan Atlantik kıyısına kadar 10 bin kilometrelik coğrafyanın otoyol haritası ve mimarisinde Türk işadamlarının imzası giderek belirginleşiyor.
Bizzat başbakanlarını, bakanlarını arkalarına alan Türk girişimcileri, yatırım yaptıkları ülkelerde Türkiye’nin saygınlığını da pekiştiriyorlar.
Buradan kazanılan güç ve yetenek Türkiye’ye de doğrudan yansıyor. Örneğin, İstanbul-İzmir arasını 3,5 saate indirecek 6 milyar dolarlık otoyol ve Körfez köprüsünü yurt dışında yıllardır deneyim kazanan Türk şirketleri Nurol ve Makyol’un başını çektiği konsorsiyum yapıyor. Daha önce devletle masaya oturarak Fatih Sultan Mehmet köprüsünü yapan Japon şirket ise, bugün Türk müteahhitlerinin alt yüklenicisi olarak dünyanın en uzun ayak açıklığına sahip köprülerinden birini inşa ediyor.
Başbakan’ın seyahatinden döner dönmez, bu köprünün Milano’da yapılan rüzgar ve deprem testlerine tanıklık ettik. Nurol’un Başkan Yardımcısı Oğuz Çarmıklı’nın sözleri, duydukları heyecan kadar özgüvenlerini de yansıtıyordu. Sadece 10 yıl önce 800 milyon dolarlık kredi diliminin serbest bırakılması için IMF komiserinin ağzına bakan Türkiye’de, yerli şirketler bu paranın yarısını daha şimdiden kendi öz kaynaklarıyla ortaya koymuş ve işe koyulmuşlar bile.
Bu tablo siyasi mesajların arkasında kaybolmamalı.