Ülkemizdeki tiyatro oyunları bu başlığı aklımıza getirdi. Bugün başta televizyon kanallarındaki oyunlar olmak üzere nerdeyse bütün tiyatro oyunlarında argo kelimeler kullanmak, bel altı espriler yapmak moda hale geldi.
Peki, bunlar olmadan tiyatro yapılamaz mı?
Sahne sanatları, ülkemize ilk girdiği günden beri seküler kesim tarafından, muhafazakârları aşağılamak ve dışlamak için kullanıldı. Yeşilçam filmlerinde yer verilen imam ve din adamı figürleri öylesine garazlı kurgulandı ki dindar olmak adeta bir suç haline getirildi.
Nerede bir temizlikçi gösterilecekse başörtülü bir kadın seçildi veya başörtülüler cahil, okumamış, bir mesleğe sahip olmamış olarak tanıtıldı. CHP bu durumu siyasete de taşıdı ve en son, İBB Başkanı'nın kadın hakları kapsamında yaptıklarını iddia ettiği çalışmaların tanıtım afişlerinde dahi başörtülü kadın temizlikçi olarak gösterildi. Öncesini zaten biliyoruz; yıllar boyu başörtüsüne yaptıkları zulme ve yasaklamaya ülke nüfusunun üçte ikisi şahit oldu ve sonuçlarına maruz kaldı.
Romanlarda da durum bundan farklı değil. Aynı veya benzer sahneleri kitap satırları arasında bol miktarda görüyoruz.
Muhafazakâr kesimin çeşitli saiklerle roman, sinema, tiyatro gibi alanlardan uzak kalması nedeniyle bu alanlar tamamen seküler kesimin hegemonyasında kaldı. Seküler kesim de elindeki bu silahları hoyratça kullanmaktan çekinmedi.
Bu silahlar sadece muhafazakâr kesimi aşağılamak için değil toplum ahlakını tahrip edip bozmak amacıyla da kullanıldı. Hasan Can Kaya örneğinde olduğu gibi...
Bugün tiyatro başta olmak üzere sahne sanatlarının nerdeyse tamamında argo kelimeler kullanmak ve bel altı espriler yapmak bir marifet haline geldi. Sokakta bile kullanılması hoş karşılanmayan kelimeler tiyatro sahnelerinde matah bir şeymiş gibi telaffuz edilir oldu.
Ne kadar çok argo kelime kullanılırsa o kadar kaliteli tiyatro eseri ortaya çıkacakmış gibi. Bel altı espriler havada uçuşuyor!
Peki, argo kelime kullanmadan ve bel altı espriler yapmadan tiyatro yapmak mümkün değil mi?
Mümkün elbette.
Yeter ki dindar ve muhafazakâr insanlar bu alana birazcık ilgi duysunlar.
Nitekim argosuz ve bel altı espri yapmadan tiyatro yapan iki oyuncu bize bunun mümkün olduğunu gösterdi.
Osman Doğan ve Ayşe Şahinboy çiftinin kurdukları Tiyatro Külliyen'de ne bir argo kelime ne de bir bel altı espri bulunuyor. Ama oyunlarına başından sonuna kadar kahkahalar eşlik ediyor. "Ziyafet Sofrası" isimli oyunları tam 423 kez sergilenmiş. Bir tiyatro oyunu için oldukça iyi bir rakam.
Ziyafet Sofrası, dini içerikli bir oyun olmasına rağmen dini değerleri üstten bakıcı ve dikte edici bir şekilde anlatmıyor. Ayşe Şahinboy, diyor ki: "Oyunumuzda sokakta mağdur durumda olan iki sarhoşumuz var, bir Ramazan günü karınlarını doyurmak için dergâha gidiyorlar. Sonrasında o arayış hikayeleri biraz da durum komedileri üzerinden ilerliyor. Bizim dini içeriklerdeki en büyük problem, parmak sallayan, üstenci bir dille insanlara anlatılmasından kaynaklandığı için, biz direkt hayatın içerisinden hikayeyle giriş yapıyoruz. O yüzden de her izleyen, bir yandan gülerken, bir yandan da kendinden bir şeyler buluyor."
Tiyatro; her ne kadar kadim kültürümüzde olmasa da Tanzimat'tan sonra, Batı'dan alınan birçok yenilikle birlikte edebiyatımıza girmiş, günümüzde de bir kültür-sanat faaliyeti olarak ifa ediliyor. Bu yadsınamaz bir gerçekliktir.
İnanıyorum ki muhafazakâr sanatçılar ve yapımcılar Osman Doğan ve Ayşe Şahinboy çifti gibi tiyatroya sahip çıkarlarsa bu tarz oyunların sayısında da büyük artış yaşanacak.
Böylelikle seküler kesimin elinde adeta bir ahlaksızlık makinesi haline gelmiş olan sahne sanatları da gerçek kimliğine bürünecek.