Son Taksim olaylarının da gösterdiği üzere, küfür fenomeni kişisel ve toplumsal bir tavır alış olarak eylemin belirleyicilerinden biri şeklinde karşımıza çıktı. Bu çirkin insani olgunun sosyolojik ve psikolojik temellerine ve dahi yansımalarına muhakkak ki bakmak gerekiyor. Gerçek hayatta yaşantılanan, insani tecrübenin bir parçası haline gelen sözel malzeme, hayati gerçekliği birebir aktarmanın maharet sayıldığı sanat anlayışında da, günümüz örneklerine baktığımızda makes buluyor. Küfrün sosyolojik olarak değerlendirilmesinde, maalesef hemen her toplumsal kesimde bunun cari olabildiğini görüyoruz. Psikolojik olarak ele alırsak, daha çok insanın bir zaafı olarak belirdiğine ve bir hakaret unsuru olarak, kolaycılığa kaçarak nefsin dizginlerini bırakması şeklinde tezahür ettiğine tanık olmaktayız. Ayrıca çaresizliğin de bir gösterge olduğunu, olgun bir tavır göstermekten yoksun olunduğunu, bütün eğitim ve terbiye süreçlerinin dışında ortaya çıktığını söyleyebiliriz.
Küfür olgusunun sokaktan başlayarak çocukların hayatına sirayet ettiğini, aslında bunun da yetişkinlerin gündelik hayatından öğrenildiğini, bizzat aile içinde icra edilebildiğini söylersek, olayın vehameti biraz daha belirgin hale gelecektir. Çocukların ruhen beslendiği kaynaklardan sinema ve artık internetin değişik köşelerinde çıkan küfür kullanımları ise bu çirkin ve insanlık karşıtı tarzı genelgeçer bir eyleme dönüştürmeye çalışmaktadır. 1970’li yıllarda Türkiye’deki sol hareketin iç dinamiklerine baktığımızda, hem hareketin gündelik eyleminde hem de sanatsal çalışmalarında küfrün hemen hiç yer almadığını görürüz. Bir toplumsal tepki sergilemekte küfrün lumpen bir tavır olarak kabul gördüğü, yani henüz bilinçlenmemiş halk kitlelerinin tavrı olarak nitelendirildiği bir gerçektir. Son olaylarda ise solun hemen her fraksiyonunun yer aldığı harekette, belli bir ideolojiye sahip olan veya olmayan daha çok okumuş ve belli bir eğitimden geçmiş kitlenin bu küfür eylemine katıldığını tahmin etmekteyiz. Bunda muhakkak ki, popüler kültürün uygulama alanları olan mizah dergileri ve gitgide artmakta olan bir doza sahip sinemanın tesiri gözardı edilemez. Daha çok cinsel içerikli olan küfür kullanımlarının, karikatürden çizgi hikaye ve romana, internet alanlarına ve sinemaya her türlü görsel ve sözel medyada gitgide daha rahat bir şekilde ortaya konması, aslında cinselliğin küfrün kökeninde yatan temel taşlarından biri olduğunu gösterir. Mevzuyu biraz daha ilerletirsek, kurulan ifadelerin mahiyetine baktığımızda, daha çok kadının ve kadınsı olguların bir sömürü malzemesi olarak kullanıldığını ve son derece maço bir tavır sergilendiğine şahit oluruz. Hele ifade özgürlüğü adına savunulduğunda bu eylemler, ben böyle bir özgürlükten hiçbir şey anlamıyorum. Ayrıca kişiye, anneye, babaya, sülaleye ve insanın kutsal addettiği olgulara yapılan hakaretler aslında bir acziyetin, zaafın, nefsin hükümranlığı altında kalmanın, varoluşsal anlamda kendini olgunlaştıramamışlığın ifadesi değil midir? Hele ki dindar olarak gördüğümüz kişilerin ağzından çıkan bu lakırdılar işi büsbütün çetrefil hale getirmektedir: Yeri geldiğinde ayet ve hadis terennüm eden o ağızlar başka zamanlar nelere duçar olmaktadır!
Sinemada gerçekçiliğin en büyük problemlerinden biri olarak zuhur eden cinsellik bağlantılı küfür tasvirleri işte toplumsal yansıma olarak böylesi sorunlar doğurmaktadır. Argo kullanımının sadece edebi argo olarak algılananın dışında serdedilmesi, insanlığa karşı bir cürüm gibidir. Aynı şekilde cinsellik ve şiddet kullanımları da sonuçları itibariyle aynı kategoriye girmektedir. İnsanın mahremine ait bir yaşantı birimi olan cinsellik olgusu, sanat eserinde dahi örtük olmak durumundadır. Şiddet ise her bakımdan kabul edilmez bir yaşam parçası olarak ancak sanatın değişik sembolik yordamlarıyla aktarılabilir. Sanatta maharet herhalde, olduğu gibi göstermekten ziyade farklı anlatım yollarıyla, edebi sanatların vazettiği gibi tasvir edebilmektir.