9 Aralık 1917 günü, Kudüs'ün Osmanlı İdaresinden çıkıp İngiliz İdaresine geçtiği gün. 100 yıllık süreçte Siyonizmin kan çanağına döndürdüğü kutsal coğrafyayı konuşuyoruz bugün Kudüs derken... Kudüs ile Hicaz'ın hem dini hem stratejik anlamda birlikteliğini de unutmadan... 100 yıl evvel; önce Gazze, ardından Kudüs, iki yıl sonra ise Hicaz, İngilizlerin denetimine geçmişti. Bu kaderdaşlık bugün de sürüyor ve bizler Kudüs'ün işgalini konuşurken aslında Mekke ve Medine'nin de henüz açıkça dillendirilmeyen istikbali hakkında konuşuyoruz...
Kudüs, kalbimizdir ve kalbimiz kan ağlıyor...
Sina Çölü'nden Filistin sahrasına uzanan ve Kudüs'te mihraklaşan görkemli ilahi dekor, buralarda çağlayan üç dinin de nehir yatağıdır. Hem Museviler, hem Hristiyanlar hem de Müslümanlarca muhteremdir, mutahhardır, şeriftir Kudüs... Hz.Yakup ve oğullarının, Hz.Musa'nın, Hz.Davud ile oğlu Süleyman Peygamberin, Hz.İbrahim ve oğullarının hikayesi, yani milletlerin tarihi bu havzanın kitaplaşan zemininde geçmiştir. Allah'ın kitaplarından haberler taşır Kudüs... Allah'ın melekleri buralarda gezinmiştir. Allah'ın peygamberleri Kudüs'te konuşmuştur. Allah'ın güzel haritası Kudüs'te başlar... Hz.İbrahim ile eşi Hz.Hacer aracılığıyla Mekke'ye taşınan bu nurani harita, ''İsra'' Gecesi'nde, Hz.Muhammed (sav) ile göklere bağlanmıştır. Kudüs'ün bir ucu göklerdedir... Sevgili Peygamberimizin Miracı, Kudüs'ü ve Mescid-i Aksa'yı bir gök merdiveni eylemiştir...
Son siyasi tartışmalarda sözler Kudüs'ün ''başkent'' ilan edilmesi üzerinden cereyan ediyor. Oysa Kudüs'ün bizim kalbimizdeki yeri, başkent olmasından çok ötededir. O alemlere Rahmet Peygamberimizin (sav) biz Müslümanlara bir emanetidir. Bu yüzden ''çihari yari güzin''den Hz.Ömer, üzerindeki eprimiş mintanı, gösterişsiz pusatıyla Kudüs'e eman sahibi adil bir reis olarak girdiklerinde, derhal binitinden inmiş, çıplak ayakla vardığı mukaddes muhite alnını koyarak secdeye varmıştı... Bu yüzden ''cihan padişahı'' Kanuni Sultan Süleyman, Yafa Kapısı'na ''la ilahe illallah, ibrahim halilullah'' kitabesi koydurtmuştu. Çünkü Alemlere Rahmet Peygamber'in (sav) iyilik, güzellik, adalet, merhamet öğretisiyle nazar ediyorlardı Kudüs'e...
Burası insanlığın ilk kıblesiydi. Kıble, yani mıknatıs, kalpleri kendine çeken, yönelten, kalpleri kendine doğrultan istikamet... Ziyaret. Dolayısıyla biz Kudüs derken, çok daha büyük, çok daha kuşatıcı, bir büyük kaderden bahsediyoruz...
Nice savaşlardan, işgallerden, bozgunlardan, katliamlardan, sürgünlerden, hasretlerden, siyasetlerden sonra, insanların Kul olduğunu mecburen kabullenecekleri, hatırlayacakları o din gününde, basamaklarına yönelecekleri bir gök merdiveni, istiğfar ve pişmanlık kapısı olarak Kudüs...
Kudüs Hz.Meryem'in hatıra defteridir. Hz.Yahya'nın okuduğu ilahidir. Hz.Hacer'in döktüğü gözyaşı, yalnızlığı, sabrı ve gayretidir Kudüs. Üzerine yemin edilmiş İncir ve Zeytin'in şehridir. ''Nebiler birbiriyle kardeştir'' diyen Hz.Resulullah Efendimizin, kardeşlerinin diyarıdır.
Ama ne oldu o mukaddes diyara... Ne oldu o aziz hatıralara... Siyonizmin ağır zulmü altında kan ve gözyaşına batıyor yüz yıldır... Oysa Kudüs, adı üstünde tertemiz bir selamet yurdu olarak insanlığa bahşedilmişti. Ne acı ki İsrail'in ırkçı terörü ile bugün bu mukaddes beldenin hem Hristiyan hem Müslüman halkı darmadağın edilmiştir. Kendi ülkelerinde köle rejimine tabi tutulan Filistinli Müslümanlar, tüm dünyanın gözü önünde ve dünya mahkemelerinin aldığı men edici kararlara rağmen, İsrail'in nefret dolu zulmüne uğramaktadır...
Uluslararası Adalet mekanizmalarının iflas ettiği Kudüs meselesinde mazlumların son bir umudu İslam İşbirliği Teşkilatı'nın alacağı icrai kararlara bağlanmıştır artık... Kudüs ve Filistin konusunda sesini çıkartabilen tek ülke olan Türkiyemizdedir, hem umut hem sorumluluk... Aziz milletimiz Kudüs'ü müdafanın, kendi ismetini müdafa olduğu bilincindedir...