Trump'ın, Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıyacağı ve ABD elçiliğini Kudüs'e taşıyacağı yönündeki açıklamasına tepkiler sürüyor. Sadece İslam dünyası değil Vatikan, Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği de "Endişe verici" şeklinde yorumları bu kararı.
Filistin'de toprak vererek "Yahudilerden kurtulma" fikrinin tasdik edildiği Balfour Deklarasyonu'yla İngiltere'nin ön ayak olduğu yüz yıllık işgali bugün ABD yeni bir aşamaya taşımaya çalışıyor. Kudüs'ün Birleşmiş Milletler'in güvencesindeki statüsünü yok sayarak Doğu Kudüs'ün Filistin'in başkenti olduğu iki devletli çözüm fikrini de tümden dışlamış oluyor ve zaten param parça olmuş Ortadoğu'nun kalbine pimi çekilmiş bir bomba daha bırakıyor.
***
Üç dinin de kutsal saydığı şehir olması hasebiyle Kudüs ile ilgili açıklamalar Hıristiyanların da tepkisini çekti. Ancak sadece Doğu Kudüs'te değil tüm Filistin'de işgalci konumunda olan, sıkça Haremi Şerif'i ibadete kapatan İsrail'e karşı tepkinin asıl İslam dünyasından gelmesi gerekiyor. 400 yıl Osmanlı yönetimi altında tüm dinler için barış yurdu olan Kudüs'e karşı İslam dünyasının sorumluluğu çok büyük.
Türkiye'nin sorumluluğu ise tarihi bir derinlik de taşıyor. İsrailli bakanların, diğer tüm ülke yöneticilerinin açıklamalarına karşılık verme gereği duymazkenCumhurbaşkanı Erdoğan'ın"Kudüs bizim kırmızı çizgimizdir" sözüne cevap yetiştirmek için sıraya girmesi boşuna değil.
"Sultanlık ve Osmanlı İmparatorluğu'nun günleri bitmiştir" açıklaması üste çıkma çabasının yanında Siyonizmin nasıl bir korku ile yaşadığını da açığa çıkarıyor.
Birinci Dünya Savaşı'nın -namı diğer Paylaşım Savaşı'nın- yüzüncü yılında bir bütün olarak İslam ülkelerine ve Osmanlı bakiyesi Arap coğrafyasına baktığımızda ya silah anlaşmalarıyla bağımlı hale getirilmiş, ya etnik ve mezhebi parçalarına ayrıştırılarak zayıflığa, başarısızlığa mahkum edilmiş yahut vekalet savaşlarının beslediği ve büyüttüğü terör örgütleriyle marifetiyle parçalanmanın eşiğine getirilmiş devletler görüyoruz.
İsrail için ideal bir Ortadoğu!
***
Filistin'in İngiltere tarafından işgali, Milletler Cemiyeti eliyle mandalaşması ve Yahudilere yurt olarak söz verilmesi sürecinden bugüne İsrail; İslam dünyasının karışıklığı, bölünmüşlüğü, iradesizliği, kifayetsizliği ve şahsiyetsizliği nispetinde kendine yer etti, işgalini derinleştirdi.
Siyonizmin tohumlarının atılmaya başlandığı dönemde bir "ittihadı İslam" savunucusu olan ve Osmanlı'nın parçalanmasını Müslümanlar için en büyük kayıp olarak gören Şekip Arslan'ın "Araplar birbiriyle çekişmekten, Siyonizme karşı tek cephe oluşturmaya fırsat bulamıyorlar" tespiti bugün için de geçerli.
Filistin topraklarında bir Yahudi ekseriyet oluşturmakla başlayan süreç; Osmanlı sonrası dönemde İsrail devletinin ilanıyla sonuçlandı. Devamlı surette yeni işgaller, yeni yerleşimler, haydutluklar, hukuk tanımazlıklarla da bu noktaya geldi. Hiçbir uluslararası anlaşmaya taraf olmayarak bu sayede Filistin topraklarında her türlü ihlali keyfince yapabilen İsrail'in koruması da hep ABD oldu.
Bu zaman zarfında İsrail'in çekindiği çevre giderek küçüldü; İslam dünyasından Arap dünyasına, oradan Filistin'e ve artık neredeyse Hamas'a indirgenmişti.
Araplara karşı kazandığı savaşların ardından, Arap liderlerin ABD yörüngesine girdiği ve İsrail için tehdit olmaktan çıktığı bir dönem başladı.
***
İslam alemi bugün büyük bir imtihan içerisinde. Bu son gelişme bir kez daha gösterdi ki "İslam Birliği" zorunluluk halini almıştır. Hilafet makamını da uhdesinde taşıyan, Müslüman halkların izzetini koruyacak, onurunun ayaklar altına alınmasına karşı irade koyabilecek, yoksulluktan, doğal afete her ihtiyaç durumunda anında el uzatabilecek, İslam ülkeleri yöneticilerinin dahil olduğu ve hepsi için bağlayıcı kararlar alabilen bir üst temsil makamı ihdas etmek gerekmektedir.
İslam ülkelerinin birbiriyle değil ABD ile "küre-sel" ittihat yaptığı bir vasatta bu nasıl mümkün olacak? Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan başka bu davayı dert edinenin olmadığı yerde Müslümanlar bu zilletten nasıl kurtulacak?