Dün İslam İşbirliği Teşkilatı tarihi bir çağrı yaptı. "Kudüs Filistin'in işgal altındaki başkentidir" diyerek tüm dünya ülkelerini Kudüs'ü başkent olarak tanımaya çağırdı.
Bundan yaklaşık yüz yıl önce Cedid ve Filistin-Suriye bölgesi Osmanlı hakimiyetinden çıkıp da İngiliz-Fransız işgali ve Milletler Cemiyeti'nin gözetiminde manda rejimlerine geçmeye başladığında Kudüs, Batı'nın İslam dünyasına mütecaviz girişinin sembolü olmuştu.
Suriye ve Filistin için o zamanlar da Cenevre'de Roma'da delegasyonlar toplanıyor, Arap bağımsızlık hareketinin sembol isimleri, yine Avrupa ülkelerinden medet dileniyor, pinpon topu gibi bir birinin bir ötekinin kapısına gidiyordu.
Osmanlı'ya ve İslam birliği fikrine ihanetle başlayan çözülmenin sonunda Arap Birliği de hayal olarak kaldı, dahası iki dünya savaşı arasındaki süreçte Filistin-Suriye hattı dört beş parçaya bölündü. Lübnan, Suriye, Filistin, Ürdün şeklindeki parçalanmalar, müstakbel İsrail'e tehdit oluşturabilecek büyüklükte bir devlet yahut siyasi birlik istenmemesinin de bir neticesiydi.
İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour, Siyonist hareketin öncülerinden Baron Walter Rothschild'e 2 Kasım 1917 yazdığı mektupla; "Halksız vatana vatansız halk yerleştirmek" söylemiyle Filistin topraklarına Yahudilerin göçünü sağlarken, 1948'de ilan edilecek İsrail devletine de zemin hazırladı.
Dönemin Batılı aktörleri, Dürzilere ayrı Marunilere ayrı devlet kurmak istiyor, Osmanlı'ya karşı kışkırttıkları Arapların kendi içinde birlik oluşturmasına mani olacak şekilde hareket ediyordu. Hıristiyan azınlıkları açıktan manda rejimlerinin devamını istiyor, seküler aktörler ise Batılılar tarafından önde tutuluyordu.
Arap bağımsızlık hareketlerinin seküler-milliyetçi karakterde devletlere dönüşmesi, sözde sona eren siyasi sömürgeciliğin ekonomik, kültürel ve sosyal olarak devamını sağladı.
***
Bugün artık yeni bir eşikteyiz. Karşı karşıya olduğumuz musibet, yüz yıllık talihsizliği aşmamıza vesile olacak bir sırat köprüsü belki. İslam İşbirliği Teşkilatı'nın çağrısı bugüne kadar ortaya konulmuş belki de en net tavrı temsil ediyor. İstanbul'dan tüm dünyaya yapılan "Doğu Kudüs Filistin'in işgal altındaki başkentidir" çağrısı, Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas'ın "ABD artık barış görüşmelerinde aracı olarak asla kabul edilmeyecektir" resti ve "İsrail'in sınırları neresidir, göstersin. Sınırları olmayan bir devlet olabilir mi?" sorusu, Kudüs vesilesiyle İslam dünyasının yeniden özneleşmesi ve meydan okumasıdır.
Cumhurbaşkanımızın "İsrail bir işgal devletidir, aynı zamanda bir terör devletidir" sözleri ise İsrail'in mevcut statüsünün tek geçerli tarifidir.
***
Yüz yıllık özgüven noksanlığını aşacak güçte bir ses yükseldi dün İstanbul'dan. Hem İslam ülkelerinin altında birleşebildiği ortak bir dava deklare edildi hem de BM'den sonra en çok üyeli topluluk olan İslam İşbirliği Teşkilatı yeni bir sürece girdi.
Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır'ın zirvedeki varla yok arası hali ise tarihe bu ülkeler adına bir kara leke olarak geçti. Kudüs için bile sesini yükseltemeyen bir Suudi Arabistan kendi güvenliğini de tehlikeye attığının farkında olmadan bir karanlığa doğru sürüklenmekte. Bir damat, iki veliahttan ve bir Dahlan'dan oluşan çetenin dizayn ettiği bu planda darbeci Sisi'ye de yancılık düştü.
İslam ülkeleri Kudüs için tek ses olurken Suudi Arabistan ve Mısır, Müslüman dünyanın değil İsrail'in safında yer almıştır. Utanç olarak bu, bir yüz yıl daha yeter onlara.
Utanmakla kalsalar gene iyi, halklar nezdindeki itibarsızlıklarına bölgede nüfuz kaybetmeleri de eklenecek.
Arap Baharı'ndan yırttığını zanneden Suudi Arabistan için işler asıl bundan sonra kötüleşecek.