Yönetmen Selim Evci’nin yaşını başını almış bir müzisyenle genç bir kızın ilişkisini anlatan ödüllü filmi Saklı’nın başrolünde Türkü Turan var. 32 yaşındaki oyuncu, rol aldığı yapımlarda hep küçük kızları canlandırdığını söylüyor ve bundan yakınıyor.
Selim Evci, İki Çizgi ve Rüzgarlar adlı çalışmalarıyla sanat filmlerinin unutulmaz yönetmeni algısını oluşturdu. Bu yaklaşımın sebebi yapımın kalitesiyle ilgili değildi. Yönetmenin tercih ettiği ve sıkı sıkıya bağlı olduğu sinema diliyle alakalıydı. Ama son filmi Saklı tüm bu ezberleri bozdu. Türkü Turan gibi kendi jenerasyonunun yeteneğiyle öne çıkan bir isminin de yapımda yer alması önemliydi.
Evci son filminde, Mahir adlı bir müzisyenin, kızının arkadaşı Duru ile saklı bir ilişkini ve sonrasında yaşananları anlatıyor. Selim Evci bu filmle Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Yönetmen Ödülü’nü almıştı. Uluslararası Antakya 3. Altın Defne Film Festivali’nde En İyi Film Ödülü’nü de kazanan filmin başrolündeki Türkü Turan ile konuştuk.
- Filmdeki Duru karakteri gibi cesur rol için size teklif geldiğinde ne hissettiniz?
Birçok senaryo okuyoruz ama bir erkek yazarın bir kadının yaşadığı beden baskısını, durumunu bu kadar iyi anlatması beni çok etkiledi. Selim’i (Evci) tebrik etmek istiyorum.
- Senaryonun duygusu, cümlesi neydi?
Senaryoyu okurken filmde canlandırdığım Duru’ya dair bir sıkışmışlık hissi oldu bende.
- Rolünüze nasıl hazırlandınız?
Tek başıma çalışmadım. Daha ziyade Selim’le konuşarak, okuyarak, tartışarak zamanımızı geçirdik. Kadınlık üzerine olan bu hikayede gördüklerim yakın çevremde de olup bitenler. Ekstra gözlemlememe gerek yoktu. Neredeyse 30 yıldır gördüğüm olaylar vardı senaryoda.
- Filmi izleyenler Settar Tanrıöğen’in canlandırdığı karaktere çok kızıyor çünkü kızlarını bekaret testine gönderecek kadar kafası başka bir yerde. Öte yandan diyaloglarıyla sevimli geliyor insana. Çelişki var o anlamda.
Babanın sevilecek tarafları bulunmasa Duru, en son yemek sahnesinde pişman olmazdı. Suçlu hissetmezdi.
- Bu filmde belki de en önemli bakış açısı Duru’ya aitti. Duru nasıl hissetti? Onu suçladınız mı?
Hiçbir karakteri suçlamadım. Hepimiz ikiyüzlü davranabiliyoruz, yanlışlar ve hatalar yapıyoruz. Var böyle insanlar; dünyaya geliyor ve burada geliştirdikleri, etkilendikleri karakterle yaşıyor. Çevreden beslenerek son hallerini alıyorlar.
- Sizi Kozmos, Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi, Toprağın Çocukları’nda izledik. Duru, o filmdeki karakterleriniz arasında sizin için farklı bir yerde mi?
Duru’yu apayrı bir yere koyuyorum çünkü Duru’nun bir meselesi var. Bu meseleler zaten kadın olarak doğup büyüdüğümüz yerde olan, yaşadığımız, kızdığımız şeyler. Herkes kadın bedenine hakim olmak istiyor. Bu da tabii ki çok önemli bir mesele. İnsanlara ‘Bak böyle de bir şey var’ diye gösterdik.
- Fiziğiniz sebebiyle her zaman genç kız rollerini oynayabilecek durumdasınız. Bu avantaj mı yoksa dezavantaj mı?
Role göre değişir. Mesela bir rol gelir ki 32 yaşındadır. Ben 32 yaşıma gelmişimdir ama onu oynayamam. O zaman çok üzülürüm işte. Dezavantaj olur. Bugüne kadar hep kendimden yaşça küçük kızları oynadım, hep onlara denk geldim ve onları sevdim. Benim kariyerimde biraz daha avantajıma çalıştı ancak tabii ki küçük görünmem yüzünden kaybettiğim, çok istediğim roller de oldu.
Selim Evci’nin yönettiği Saklı adlı filmde baba rolündeki Settar Tanrıöğen yaptıklarıyla izleyenleri sinirlendiriyor. Ama diyaloglarıyla kendini onlara sevdiriyor da...
İçimden gelen buydu
- Senaryoyu ne zaman yazdınız?
Senaryo aslında üç yıldan fazladır var. Çok kısa sürdü, 15 günde bitirdim.
- Diyaloglar tamamen size mi ait?
Biliyorsunuz benim diğer filmlerimde çok diyalog yoktu. Bu filmde başından itibaren sürekli diyalog yazdım. Bilinçli yapılan bir şey değildi, hikaye bunu gerektiriyordu. Karakterleri daha derinleştirmek adına özel bir çabam oldu. Bazı diyalogları da sette türettik tabii. Ancak büyük bir çoğunluğu yazılıydı.
- Bu filminiz diğerlerinden farklı. Diyaloglar sıcak, yerine göre komik. Bu, sinemasal yolunuzda bir sapma mı?
Bu bir ağacın büyüyerek şekil değiştirmesi gibi. ‘Şöyle olsun’ demiyorum ancak zaman geçerken bendeki değişime, gelişime yeni şeyler ekleniyor. Benim de diğer filmlerle görsel açıdan yakın bulduğum tarafları var çalışmamın. Biraz kendiliğinden gelişen bir süreçti.
- İzleyiciden nasıl bir geri dönüş alacağınızı düşünüyorsunuz?
Çok enteresandır ki biz hayatı yaşatan diyaloglar yazmaya çalışırken meğersem çok fazla komedi unsuru çıkmış filmde. Bu da bize ritim duygusu getiriyor. Bugüne kadar seyirciyi hep mutlu gördüm. Bir merak hissediyor ve filmin sonuna kadar dinç kalıyor.
- Sinemanın en büyük özelliği toplumsal kuralları bir şekilde yıkmaktır aslında. Siz bunu yapmıyorsunuz. Gelen tepkileri nasıl karşılayacaksınız?
Bazı yorumlar geliyor zaten. Mesela ‘Çok beğendik ama rahatsız edici bir film’ diyenler oluyor. Sonuçta ben, içimden geleni yapıyorum.
- İlhan Şeşen’in oynadığı Mahir karakterinin üzerine Duru kadar çok gidilmemiş. Neden?
Benim de cevabını bulamadığım sorulardan. Böyle bir ilişki olmalı mı olmamalı mı? Birçok açıdan bakıldığında bir hayatın elden gitmesi, ömrün son zamanları...
Öteki taraftan başka bir hayat, genç bir insanın ona kattığı enerji... Sinemacı olarak benim çok da içinden çıkabildiğim bir durum değil. Belki de bu nedenle filmini yapıyorum. Ancak hiçbir zaman budur, şu olmalıdır gibi bir savunmam olmadı.
Bu filmde hiçbir durumu savunmadım.