Bir çöplük ve gürültü içinde yaşamayı kabullenmiş kişiler siyasi temizliğe aldırır mı? Yerel seçimlerin esas niteliğinin bir yana bırakılıp sadece siyasi iktidarla ilişkilendirilmesi bana hep küçük düşüncesizliklerle büyük adaletsizliklerin bir madalyonun iki yüzü olduğunu düşündürür. Çevre ve kültür değerlerine sahip çıkmadığımız için boynumuza takılan bir madalya! Toplum içinde her şeyin başlangıcı da sonucu da birey... Her birimizin tek tek sorumluluğu var... Ama önce çıkarımız gelir, değil mi? Yönetenler ve yönetilenler ayrımını feodal bir kafayla kabullenmek, hep mağduru oynamak, hep hizmet beklemek ama hiç zahmete girmemek, kızdığımıza küfür sallayıp rahatlamak bize yetiyor.
Siyasetçiler ve adaylar, oy verenlerin karşısına geçip “Siz de az değilsiniz, iğneyi kendinize çuvaldızı belediyenize / hükümetinize batırın” diyemez. Ya aynı yapıdan geldikleri, aynı zihniyeti taşıdıkları için ya da gerçeği olduğu gibi ortaya koymakla politika yapmak birbirine ters düşen eylemler olduğu için... Ben açayım kutuyu, söyleyeyim kötüyü: Hiç birbirimizi kandırmayalım, biz kirleten bir toplumuz. Hep biri gelsin, arkamızdan temizlesin diye bekleriz. Temizlediğinde de yeniden kirletiriz. Bağırıp çağırarak üste çıkmayı bilir ama mantıklı, anlamlı, dürüst bir çift söz etmeyiz. Hem kapımızın önünü hem kafamızın içini temizlemenin bir yolunu bulmamız lazım.
***
Yerel seçimler yaklaşırken bütün partiler ve adaylar bir siyasi iktidar kapışması içinde. Sanki yerel seçimlere değil de genel seçimlere hazırlanıyoruz! Konjonktür yerel seçimleri hakiki bağlamından kopartıp böyle dayatıyor. Bu seçimin sonuçları sadece merkezi yönetimin ve muhalefet partilerinin oy potansiyelinin sınanacağı bir provadan ibaret çoğunluk için.
Yerel yönetimler, seçmene gündelik hayatının ayrıntılarına inen hizmetler götürdüğü için seçilecek adayın partisinin promosyonu gibi görülür hep. “Belediyeniz iyi çalışıyorsa başkanınızın partisi de iyi çalışacaktır” önermesi... Madem öyle hangi pozisyonda duracağız? Duruma göre ‘oy veren’den çevre ve kültür değerlerinin ne olduğunu kavramış iradeli ‘seçmen’e dönüşmeyecek miyiz? Mesele partiler ve adaylar değil, seçme hakkına sahip olanlar.
Her akşam sokaklarını süpermarket poşetlerine doldurdukları ayrıştırılmamış atık öbekleriyle dolduranlar çözülmemiş siyasi suikastları önemser mi? İzinsiz inşaat yapan; fazladan kat çıkmayı, pencere açmayı, balkon taşırmayı kar sayanlar adil yargılamaya hassasiyet gösterir mi? İşi görülsün diye resmi dairelerde çalışanların cebine para sıkıştırmayı, bir tanıdık bulup torpil yaptırmayı haklı ve normal bulanlar ihale yolsuzluklarına, hileli iflaslara karşı çıkar mı? Ambulans mı geçer, itfaiye mi geçer, bunca insan niye yolda dakikalarca beklesin diye düşünmeden, otomobilini daracık caddeye ikinci sıra park edenler, insan haklarını savunur mu? Sabahın ikisinde sokağın öbür ucundaki arkadaşına seslenen, durduğu yerde bile motorlu aracının gazına basan, her fırsatta kornaya yüklenen delikanlı ifade özgürlüğünden bir şey anlar mı?
Balkondan halı silkelemek temizlik yapmak değil, pisliğimizi komşumuzun açık penceresinden içeri atmaktır. Hem somut hem mecazi anlamda! İçtiği sigaranın izmaritini yere atanla siyasi hasmına kurşun sıkan arasındaki ilişki kabul etmek istemediğimiz kadar sıkı. İkisini de yapmadığı halde bunlara gerçek tepki vermeyenler, yaşama hakkına saygı duymaz, duyamaz. Susar, susturur. Sonra tek baskın ses başınız ağrırken, bebeğinizi uyuturken, yazınızı yazarken sizi yerinizden hoplatan propaganda minibüslerinden yükselen şarkılar olur. Küçük düşüncesizliklerle büyük adaletsizlikler bir madalyonun iki yüzüdür.