Foreign Affairs dergisinin son sayısında Harvard Kennedy School’dan Graham Allison’un 1962’de yaşanan Küba füzeleri krizinin nasıl yönetildiğine ilişkin kısa bir makalesi yayınlandı. Bence Suriye ile yaşanan gerginliği yönetenlerin de, krizi bilerek veya bilmeden tırmandırmaya çalışanların da bu makaleyi okumalarında yarar var.
Çünkü Allison’un makalesinde kriz yönetimi hakkında hepimizin öğreneceği çok şey, çıkartacağı çok ders bulunmakta. En önemli ders de karar alma süresiyle ilgili. Kriz yönetimi konusunda çalışan pek çok uzmanın söylediği gibi zaman baskısı altında alınan kararların yanlış olabilme şansı çok yüksek.
Eğer 1962 Ekim ayında Küba üstünde uçan Amerikan casus uçakları Rus füze rampalarını keşfeder keşfetmez Kennedy karar verip karşılık verseydi, bugün belki biz bile hayatta olmazdık. Nükleer savaş başlar, en iyimser tahmine göre 100 milyon Amerikalı ve 100 milyon Sovyet vatandaşı hayatından olurdu.
***
Ama topraklarımızda konuşlu nükleer silahlar yüzünden Türkiye’nin de büyük bir kısmı haritadan silinirdi. Hayatta kalanlarımız da bugün kanser ve daha kimbilir nelerle uğraşıyor olurdu. Kennedy iyi ki yakınındakilere sordu ve füze sırrının en az bir hafta saklanabileceğini öğrendi, kazandığı zamanı diplomasi için kullandı.
Amerikan Başkanı etrafındakilere bile söylemeden Washington’daki Sovyet büyükelçisi ile dolaylı pazarlığa oturdu. Onlara füzeleri sökmeleri karşılığında Küba’ya saldırmama ve Türkiye’ye konuşlanmış Jüpiter füzelerini geri getirme garantisi verdi. Kennedy krizi tırmandırmak istemedi.
Graham Allison’un yazdığına göre Amerikan Başkanı İncirlik’ten nükleer bombalarını yükleyip kalkan bir Türk pilotunun yanlışlıkla Moskova’yı vurmasından, krizin kontrolünün elinden çıkmasından, hiç hazır olmadığı, üstelik de değmeyecek bir savaşa girmekten korktu.
Çok da iyi yaptı. Amerika savaşa girseydi, sadece kendini ve hasmını yok etmekle kalmaz, peşinden Türkiye’yi de sürüklerdi. Milyonlarca insan ölür, Türkiye de, Avrupa da, Amerika da bambaşka yerler olurdu. Biz belki Jüpiter füzelerinin elimizden alındığına, Sovyetler karşısında zayıf kaldığımıza o zaman üzüldük. Ama hayatta kaldık.
Şimdi üç aşağı beş yukarı aynı şey Suriye ile olan ilişkilerde geçerli. Bu kez sahnede Kennedy ve Khrushchev yok, Esad ve Erdoğan var. Belli ki ikisi de krizi tırmandırmak heveslisi değil. Ne Suriye, ne de Türkiye savaşmaya niyetli. Ancak Suriye’nin hava sahasına girdiği gerekçesiyle düşürdüğü uçağın neyle ve nasıl düşürüldüğü konusu gerilimi tırmandırıyor.
Suriye uçağı hava sahamıza girdi, vurduk fakat Türk uçağı olduğunu bilmiyorduk diyor. Türkiye ise uçağının Suriye hava sahasını ihlal etmiş olmakla birlikte dışında vurulduğunu söylüyor. Ancak söylediklerini destekleyecek kanıt gösteremiyor. Türkiye kamuoyu da açıklamanın biçiminden rahatsız, hükümete yükleniyor.
***
Demokratik bir ülkede hükümet politikalarının eleştirilmesinden, tutarsızlıkların sergilenmesinden daha doğal bir şey olamaz. Basın bu iş için var. Zaten Kennedy de danışmanlarına bu nedenle füze sırrını ne kadar saklayabileceklerini soruyor. Ama o sırada sorunun çözümünü sağlıyor.
Bana öyle geliyor ki F-4 krizinin de saklanan sırları var. Uçağın düşme/düşürülme sebebini, açıklamaların neden çelişkili olduğunu, krizinin gerçek niteliğini tıpkı aslı-esası yıllar sonra anlaşılan Küba Füzeleri Krizi gibi aradan belli bir zaman geçince öğreneceğiz.
Doğrusunu isterseniz ben neler olup bittiğini, Türkiye’nin neden böyle bir açıklama yaptığını öğrenmek için sabırsızlanıyorum. Ama şu aşamada krizin tırmanması, kontrol edilmez boyutlara ulaşması, yine bir Türk pilotun ya da başkasının yapacağı bir hata sonucunda Türkiye’nin savaşa girmesi olasılığı beni daha çok kaygılandırıyor.