Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İzleme heyeti ile ilgili olarak “Doğru bulmuyorum” cümlesiyle başlayan tartışmada...
“Çözüm Süreci”nin nereye evrilmek istendiğine ilişkin açık-gizli eteklerdeki taşlar döküldü. (Kişisel husumet ve kavga bu yazının konusu değil.)
Sonuç: Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın Selahattin Demirtaş ile Kandil’in açıklamalarına atıf yaparak “Adeta süreci zehirlediler” demesi...
Erdoğan’ın haklılığının tescillenmesi olarak kayıtlara geçti.
Hemen bu açıklamanın öncesinde Demirtaş’ın “İzleme Heyeti kırmızı çizgimiz değildir” demesi ise güçlü iradenin karşılık bulduğuna işaret etmektedir. Akdoğan’ın Cumhurbaşkanı’nın bilgilendirilmesi sorunundan başlayıp... Erdoğan’ın “Sürecin mimarı” olduğuna ilişkin birçok konuda açıklama yapması bir yana... Liderlik tartışmalarına son noktayı koyması... Ve akabinde “Seçim beyannamesinde Başkanlık Sistemi değerlendirilen en önemli konudur” demesi küçük çaplı yaşanan krizin aşıldığını göstergesidir.
Millet sistemin kilitlenmesine müsaade etmez
Sistem krizine millet nasıl bakar?
Bu sorunun cevabını bulabilmemiz için yakın tarihimizi hatırlatmak yeterli olacaktır.
Eski Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu 2007 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi “367” garabetini bu memleketin başına bela etti.
27 Nisan 2007’de Cumhurbaşkanını seçmek için Meclis’te ilk tur oylama yapıldı. Abdullah Gül 257 oy aldı. CHP aynı gün Anayasa Mahkemesi’ne gitti.
Aynı gece tarihe “e-muhtıra” olarak geçen Genelkurmay bildirisi internet sitesinde yayınlandı.
1 Mayıs’ta Anayasa Mahkemesi 367 iddiasını kabul ederek 1’inci tur oylamayı iptal etti.
Silahlı-silahsız bürokrasi sistemi teslim aldı..!
Meclis iradesine ipotek koyan bu karar üzerine AK Parti ikinci tur oylamayı beklemeden erken seçim kararı aldı.
22 Temmuz 2007 Genel Seçimlerinde millet yüzde 46.6 ile AK Parti’yi yeniden iktidara getirdi. MHP’nin krizi açmak için yaptığı hamle ile Abdullah Gül 11’inci Cumhurbaşkanı olarak seçildi. Hemen akabinde “Cumhurbaşkanı’nı halkın seçeceği” anayasa değişikliği referanduma götürüldü.
21 Ekim 2007’de millet yüzde 69 ile referanduma evet dedi..!
Bu kısa hatırlatmayı niye yaptım?
Çözüm Süreci bağlamında tartışmalar yürürken “sistem sorunu”nun varlığı da gün yüzüne çıktı.
“Sürdürülmesi zor” olan bu sistemin değiştirilmesi konusunda Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Ak Parti arasında “nüans farkları” dışında herhangi bir ayrışmanın olmadığı da en son dün Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın açıklamalarıyla netleşti.
Bu durumda, sistem krizini aşmak için atılacak adımlar eğer millete doğru anlatılırsa...
Bu millet, sistemi kilitleyen ve vesayetin devamı anlamına gelecek her türlü tehlikeyi bertaraf etmek için sandıkta “sağduyulu” hareket eder.
Örnek ortada: 2007 yılında sivil siyasete yapılan kuşatmayı referandumda yüzde 69 oy vererek yardı. Hem de referandumdan bir gün önce yaşanan büyük “Dağlıca Provokasyonu”na rağmen..!
Diyeceğim o ki, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinin ardından yaşanan “çok başlılık” halinin millete izah edilmesi durumunda...
7 Haziran’da sandığa gidecek olan milletin bu sürdürülemez krizi de aşacak formülü sivil siyasete vereceğini düşünüyorum..! Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, sistem krizini aşmanın formülü olarak geliştirdiği “Bu kişisel ikbal meselesi değil. Hızlı ve sağlıklı karar alınması için Başkanlık Sistemi’ne geçmeliyiz” cümlesini bu yönüyle okumakta fayda var. Zira milletin böyle okuduğunu düşünüyorum.
Aynı kadroların hayati meselelerdeki “nüans farkları”nın bile sistemi kilitleyebileceği görülmüşken... Sahi sizce de sistem “çok başlı” mı kalsın?
Perinçek bu!
“Fabrikatör” Doğu Perinçek Ahmet Hakan’a konuşmuş.
Ama ne konuşma! Esad ziyaretini meşru göstermek isterken bakın ne demiş:
“Beşar Esad, Mustafa Kemal soyundan gelen bir adam. Mustafa Kemal 1920’de ne yaptıysa, Beşar Esad bugün onu yapıyor. O dönem Mustafa Kemal’e ‘katil’ diyorlardı.”
Perinçek, Ahmet Hakan’a söylediklerini ilk durduğu trafik lambasında ekmek parası dilenen “Suriyeli” çocuklara da söyleyebilir mi?
Denesin hele!