Suriye sınırındaki saldırı ve sonrasında ortaya çıkan manzara, Türkiye’de bazı algıların ve ezberlerin hala devam ettiğini gösteriyor. Saldırının hemen ardından yapılan açıklamalar ve değerlendirmeler, dış politikanın nereye gittiğini tartışmak bir yana, kimilerinin hala Soğuk Savaş döneminde yaşadığının ifadesi.
Bozulması gereken ilk ezber, Türkiye’nin artık sınırlarına mahkum ve kafasını kaldırmadan içine kapanık yaşayan/yaşayabilecek bir ülke olmadığı. İlk bakışta basit ve kolay anlaşılır gibi görünen bu gerçeği, her nedense belli kesimlerin anlaması yahut kabullenmesi henüz mümkün görünmüyor.
Soğuk Savaş döneminde belli bir alanda tanımlanmış bir misyon ya da rolün sahibi olarak yoluna devam eden Türkiye’nin yerini, kendi doğal coğrafyasında hareket eden yeni ve dinamik bir güç alıyor. Bu durumu başımıza belalar sarıyoruz diye algılayanlar, böyle bir yola çıkış ve iddia sahibi olmasak başımıza nelerin sarılacağı üzerinde fikir sahibi değiller.
Dahası, bugün Suriye ve benzeri sorun alanları üzerinden bizi hedef alan her türlü girişim, bu gücün yola çıkışını engellemeye dönük. ‘Vazgeçtim, tekrar siyasi sınırlarıma dönüyorum. Ne Şam’ın şekeri, ne de Arap’ın yüzü’ deseniz de yakanızı bırakacak gelişmeler değil bunlar.
***
Sınır güvenliği, emniyet tedbirleri ve bu tür saldırıların devamının gelip gelmeyeceği, bu tabloda birinci dereceden önem taşımıyor. Ancak gerçekten merak eden varsa, bu saatten sonra hemen her bölgesel sorunda Türkiye masada yer alacak ve zaman zaman bunun bedelini ödetmek isteyenlerin operasyonlarına maruz kalacak. Asıl sorun, bunu ne kadar taşıyıp taşıyamayacağımız üzerinde yeterince kafa yorup yormadığımız.
Cidden anlaşılması güç olan bu bakış açısı üzerinde bir parça daha duralım. Zira hemen her olayda Türk dış politikasına ve onun uygulayıcılarına bir şekilde fatura kesenlerin, gerçekten nerede durduğunu ve olup biten karşısında hangi şıkkı işaretlediğini anlamak çok zor.
Şunu mu söylüyoruz. Bırakalım yanı başımızda isteyen istediği gibi birbirini yesin, yangınlar büyüsün, sorunlar içinden çıkılmaz hale gelsin. Bunlardan ne kadar uzak durursak, o kadar emniyette oluruz. Geçiniz. Ne böyle bir lüksümüz var, ne de çok arzu etsek de bölgenin ve dünyanın şartları buna izin verir.
***
Olayların önünde yürümek, elbette ciddi hazırlık istiyor. Cesaretin yanı sıra sabır ve dayanıklılık gerektiriyor. Bunlarla ilgili yeterince hazırlık yapıp yapmadığımız, siyasetin yanı sıra diğer güç unsurlarının ve aktörlerinin süreci doğru değerlendirip değerlendiremediği elbette tartışılmalı. Ancak bunu yapmak yerine her olayda Türkiye’ye ‘Hadi köyümüze dönelim, Fadime’nin düğününde halay çekelim’ çağrısı yapmak cidden haksızlık.
Siyasetin tüm aktörlerinin yanı sıra, bu topraklarda yaşayan herkesin kafa yorması, gönül vermesi ve de doğru şıkkı işaretlemesi gereken bir tek gerçek var. Bir büyük değişim anındayız. Bu değişim, kendisine müdahil olmayanları, kendisini yok sayanları da kuşatan/yönlendiren bir özelliğe sahip.
Gündelik kaygılara, bildik siyasi pozisyonlara kurban edilemeyecek kadar önemli bir gerçek bu. Her defasında bizi aşar bu işler yılgınlığıyla akıl fikir üretenler, bunun hepimizin kaderi olduğunu ne zaman anlayacak, cidden merak ediyorum.