Dünyaca ünlü iletişim hocası George Gerbner, yeni zamanlarda fikrilerin değil, algıların zihni sürüklenmeye sebep olduklarını tespit etmişti. Ona göre; televizyonda ve dijital medyada sürekli olarak izleyiciye sunulan mesajlar, izleyicilerin gerçeklik hakkında fikir ve tutumlarını etkilemekteydi. Bu nedenle dijital ortamlar ve medya kişilerin zihnine, önceden planlanmış algıları tıpkı bir tohumu eker gibi eker... Prof. Gerbner'e göre, medyalar aracılığıyla verilen aşırı şiddet içerikleri birçok insanın dış dünyadan korkmasına sebep olur ve bu kişiler dünyayı gerçek hâlinden daha güvensiz, karanlık bir ortam olarak değerlendirir...
Prof. Nevzat Tarhan da medya ve dijital ortamlarca oluşturulan karamsar şiddet ortamının, "kötü dünya sendromu"na yol açtığını söyler... Empati yoksunluğunu körükleyen bu korku ortamında, insanın 5 karanlık duygusu olan; kin, nefret, öfke, kıskançlık ve düşmanlığın kışkırtıldığından söz eder. Bunun yanı sıra "büyüklüklerle baş edememe' de çağımızın esaslı sorunlarındandır...
Büyüklük günümüzün en önemli, belki de tek değeri... Sade, kendisi, sınırları belli, saygılı, orta halli, muğlak olmayan, belli, içeriği belirgin, her şey demode, yavaş ve çağın gerisinde addediliyor. Bu yüzden insan, giderek küçülüyor gözlerde, giderek azalıyor, giderek sesi kısılıyor, çok daha büyük şeylerin içinde aktığı sürece ancak, bir anlamı olabileceğini düşünüyor...
Medyaya baktığınızda; hem ulusal hem dijital, hem de sosyal medyalarda, çok açık şekilde hükümranlığını ilan etmiş olan şiddet, insanları iletişime sevk edeceği yerde iletişimsizliğe sevk ediyor. İnsanoğlu, hiçbir devirde, şimdi olduğu kadar, kesintisiz, hızlı, çok ve çeşitli iletişim imkanına sahip olmamıştı, ne garip ironidir ki; bunca iletişimin açtığı derin bir iletişimsizlik, sert bir yalnızlaşmayla da aynı anda karşı karşıyayız... İnsanı yalnızlaştıran bu yoğun iletişimin bizatihi kendisi şiddet değil mi? Kulağımız var ama işitemiyoruz, gözümüz var ama göremiyoruz, bize gösterilenin dışında kör, bize işittirilenin dışında sağırız. Kalbimizin mührü giderek ağırlaşıyor.
Çünkü televizyon dizilerinden, reklamlara, kampanyalardan, sosyal medyayı kullanış biçimlerimize kadar görsel tüm iletiler, şiddet çeşmesinden su içiyor, kana kana... İnsan giderek küçülüyor, geri çekiliyor, perdelerini çekip, ışıklarını söndürüyor, insan siniyor bunun sonucunda...
Uyuşturucu bağımlısı bir evladın annesini feci şekilde katledişi videosu ve haberi, sosyal medyayı esir aldı mesela. Milyonlarca kere izlenen vahşet görüntüsü, birkaç günün ardından hiç olmamış gibi unutulacak... Ama bu vahşetin kimyası, arkeolojisi, çözümlenmesi üzerine çok az kişi zihin yoracak. Zira Emniyet ve Yargı, işlerinin gereği olarak, kriminal safhasıyla uğraşacaklar. Katilin nasıl cezalandırılacağı kadar, katilin zilediği suç yolu, onu bu suça götüren sebepler, hazırlayıcı unsurlar, asla sorgulanmayacak veya sorgulansa bile bizim gündemimize giremeyecek... Mesela madde bağımlılığı hakkındaki duyarlılığı, yakınmayı, sadece evladı madde bağımlısı olan zavallı annelerin omuzlarına bırakacağız... Bir suç işlenene, bir anne öldürülene kadar halının altına süpüreceğiz bu meseleyi...
***RTÜK'ün gerçekleştirdiği, "şiddet ve medya çalıştayı' tam da böyle bir zamanlamaya denk geldi doğrusu... RTÜK öncülüğünde; İçişleri, Milli Eğitim ile Aile ve Sosyal Hizmetler bakanlıklarının katkılarıyla gerçekleşen çalıştaydan önemli notlar düştü önümüze...
Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer, dünyada teknoloji üreten azınlık bir grubun dünyanın büyük bir kesiminin tercihlerine, davranışlarına, tepkilerine müdahale edebildiğine dikkati çekti... Milli Eğitim Bakanlığı olarak gençlerin sosyalleşme kapasitelerini artırma ve bağımlılıktan uzak tutmayla ilgili çaba sarf etmelerine rağmen çok meydan okuyucu bir problemle karşı karşıya olduklarından söz etti mesela...
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakan yardımcısı Rıdvan Duran, "Toplumun milli ve manevi değerlerini koruyan, Türk aile yapısına saygılı, ailecek izlenebilecek aile dostu yapımların çoğaltılmasını bekliyoruz. Gündüz kuşağında aile içi yaşantıların toplumun göz önüne serilmesi sonucunda aile içi mahremiyeti yıkan, aile kurumunu itibarsızlaştıran ve toplumsal değerleri erozyona uğratan yapımlara yer verilmemesini talep ediyoruz. Medyanın eğitici yönü ön plana çıkarılarak, eğitici yayınların teşviki ve aile içi eğitimin sağlanması, toplumda ortak bir sivil bilincin oluşturulmasını bekliyoruz' dedi...
RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin; çocuklarımıza ve gençlerimize sinsice zerk edilen "kötü dünya sendromu"ndan söz etmiş...
Dünyadan ve memleketten verilen haberlere baktığımızda da hemen etrafımızı sarıvermiyor mu bu kanaat? Dünyanın kötü bir dünya olduğunu söyleyen binlerce uyarı; insan insanın kurdudur, baban bile olsa güvenmeyeceksin, annen bile olsa kendi çıkarını önceleyeceksin şeklindeki sinsi fısıltıların bizleri, ama özellikle gençleri nasıl etkilediğine, eğittiğine, yetiştirdiğine bir göz atalım bakalım...